Bu arada ben de merak ediyorum, AKP’liler neyi kutluyorlar acaba diye?… Demokrasi, özgürlük ve refah vaadiyle yola çıktıktan 18 yıl sonra Türkiye’yi bir ‘’güvenlik devleti’’ne dönüştürme konusunda gösterdikleri ‘’başarıları’’nı mı kutluyorlar?…
Sahiden, tipik bir güvenlik devleti rejimi olan ‘’28 Şubat’’ın başlıca mağduru olma konumundan, Millî Güvenlik Kurulu’nun paradigmasını içselleştirip onun siyasî programının gönüllü icracıları haline gelmeyi nasıl içselleştirebildi AKP’liler?… Türkiye’yi ‘’28 Şubat’’ın karanlığından çıkarıp Avrupa Birliği üyesi hür ve müreffeh bir ülkeye dönüştürme iddiasındaki bir parti 17 yıllık iktidarının sonunda nasıl temel iddialarından vazgeçip güvenlik devletinin sıradan bir aparatı olmayı içine sindirebildi?…
Yıllar evvel, daha AKP’nin kurulma hazırlıkları yapıldığı sırada yazdığım bir yazıda, Türkiye’de köklü dönüşüm iddiasıyla iktidara gelen parti ve kadroların bir süre sonra sistemin rant mekanizmalarıyla bütünleşme yoluna girerek orijinal kimliklerini yitirme tehlikesi (‘’cari sistemin patronaj ağları içinde kaybolma ve popülizme teslim olma riski’’) altında olduklarına dikkat çekmiş ve Tayyip Erdoğan’ı da aynı tehlike konusunda uyarmıştım. Aynı yazıda, ayrıca, ‘’sisteme güven verme kaygısı[nın] statükonun onaylanmasına dönüş’’me tehlikesine de dikkat çekmiştim. (Mustafa Erdoğan, ‘’Erdoğan ve Liberalizm’’, Radikal,11 Temmuz 2001). Bugün AKP’nin başına gelen tam da böyle bir şeydir. AKP carî rejimin rant mekanizmalarına eklemlenme karşılığında temel iddialarından vazgeçip devlette yok oldu (‘’fenâ fid-devlet’’ oldu).
Aslına bakılırsa, Türkiye’de devletçi sistemin değişimci siyasî aktörleri teslim almak için teklif edebileceği ‘’rüşvet’’ (avantajlar ve avantalar) stoku o kadar büyüktür ki, kendi kimliğinden ve temel iddiasından vazgeçmemek uğruna bu teklife direnebilmek her yiğidin (partinin, siyasî ekibin) harcı değildir. Onun içindir ki, Türkiye’de yapılması gereken ilk siyasî icraat, devleti yağmacı siyaset aktörleri için cazip olmaktan çıkaracak şekilde liberalize etmek, onu nimet ve ganimet kapısı (velinimet) olmaktan kurtarmaktır.
AKP örneğinde etkili olmuş olması muhtemel başka bir faktör de, ‘’mağduriyet’’ psikolojisinin etkisidir: İktidarı bir kere elde edince, tekrar eski duruma düşmemek için onu geçici bir demokratik imkân olmaktan çıkarıp farklı ve muhalif olanları dışlayan kapsamlı bir devlet iktidarı tekeline dönüştürmek eğilimi. Ayrıca, bu psikolojinin harekete geçirdiği bir siyasî ekibi bu gücü aynı zamanda kendilerini mağdur ettiğini varsaydıkları kesimleri cezalandırmaya, onlardan intikam almaya yönelmekten alıkoymanın da zor olduğunu hatırda tutmak gerek. Eğer iktidarı ele geçiren siyasî kadroda ve onu destekleyen kitlelerde bu avantajlı konumunu muhafaza etme ve eski ‘’zâlimleri’’ cezalandırma sâiki çok güçlüyse, onlar devletin cebir aygıtını kontrol edebilmek uğruna pekâlâ temel ilkelerinden vaz geçebilirler.
Kaldı ki, muhafazakâr kadrolar ve kitleleri devletçi-güvenlikçi gündeme ikna etmek esasen zor da değildir. Dindar muhafazakârların devleti yücelten ve devletle milleti özdeşleştiren resmî doktrin ve söylemle bir sorunları yoktur. Başka bir ifadeyle, oldukça câzip bir devletçi rüşvet stoku mevcut olmasa ve kendi konumlarını emniyete almak (ve hatta intikam) kaygısı sözkonusu olmasa bile, Türkiye’nin milliyetçilikle enfekte olmuş dindarları kolaylıkla devletçiliğe savrulabilirler. Bu demektir ki, ‘’millî güvenlik’’ endişeleri etrafında odaklanan bir siyasî söylem muhafazakârların (‘’cami cemaati’’nin) devlet etrafında kenetlenmeleri için yeterlidir. Bu nedenle, sözde ‘’devletin bekâsı’’nın tehlikede olduğu söyleminin AKP’lilere her türü ahlâkî ve dinî kaygıyı unutturmasına şaşmamak gerek.
Bana öyle geliyor ki, AKP’nin toplumun dezavantajlı kesimlerinin sözcülüğünden şahin bir devletçiliğe savrulması bütün bu faktörlerin birleşik etkisinin sonucudur. Başka bir anlatımla, bugün AKP siyasetinin devletçi-güvenlikçi gündemle özdeşleşmesinin arkasında potansiyel ve aktüel devlet rantlarından nemalanmak ve kendisini geleceğe dönük olarak emniyete almak sâikleri kadar, devletin bekâsına ilişkin muhafazakâr kaygılar da yatmaktadır. Bunlar aynı zamanda Türkiye’nin bugünkü rejiminin niçin demokratik olmadığını da açıklayan etkenlerdir.
Kuruluşunun 18. yılında AKP’nin geleceğe dönük vizyonunu ‘’millî güvenlik devleti’’nin sembolik bir anlatımı ve vaktiyle kendisini medenî ölüme mahkûm etmek isteyenlerin de gözde sloganı olan ‘’tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’’ tekerlemesiyle ifade etmesi ne hazin tecellidir!
Anlaşılan, AKP tarihe reformcu bir parti olarak değil de, Türkiye’nin güvenlik devletini konsolide eden ana siyasî aktör olarak geçecek.
(Diyalog, 18 Ağustos 2019)