Küçüklüğümden itibaren siyasetin konuşulduğu, müzakere edildiği ortamlarda bulundum. Bu yaşımda siyaset adına değişmeyen ve hatta bu ülke siyasetinin kaderine dönüşen gerçek, siyasi ahlakın reel-politik anlayışla uygulandığı ve yalansız, hilesiz, ahlaklı, erdemli siyasetin başarılı olmayacağı kanaatidir. Halk artık bunu içselleştirmiş, sanki siyasetin olmazsa olmazı gibi kabullenmiştir. Erdemli, ilim, ahlak sahibi birisi aktif siyasete girecek olsa “yazık etti kendisine, siyaset ona uygun bir uğraş değil” diye hayıflanılır.
Dosdoğru, ahlaki yöntem ve araçlarla siyaset yapmaya, gayri meşru hiçbir yol ve yönteme teveccüh göstermemeye karar verdiyseniz çevrenizdekiler ve seçmen kitlesi nezdinde şans verilmeyen bir siyasetçisiniz demektir. Her ne kadar şimdikiler siyasette reel-politiği veya pragmatizmi de aşıp oportünist bir anlayışa evirildilerse de ben bu yazımda reel politik ve ideal siyaset arasında bir mukayese yapmaya çalışacağım.
Ak Parti’nin doğuşunu, Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi serencamını mevzu ettiğim birkaç hafta önceki yazımda şeytanın nasıl sağdan yaklaştığını, onları nasıl reel-politiğe / pragmatizme ve
oradan da oportünizme savurduğunu detaylı yazmıştım.
Batı siyasetinde bunu sistemli bir şekilde ifade eden Makyavel’dir. Her ne kadar bu fikir “Makyavelizm” olarak kavramsallaştırılmışsa da Makyavel’in bu ilhamını kadim siyasetten, Muaviye ve
sonradan bunu bir siyaset felsefesi olarak benimseyen Müslümanlardan aldığı iddia edilmiştir.
İdeal siyaseti temsil eden Hz. Ali ile reel politiği temsil eden Muaviye iki zıt siyaset anlayışına sahiptirler. Hz. Ali’nin siyasetteki şiarı, prensibi takvadır. Buradaki takva, siyasette her
zaman geçerli olan ahlaki normlar, hukuki kural ve prensiplerdir. Bunlar da ilahi kaynaklı olduğu için uyulması mecburidir.
Hz. Ali, Muaviye karşısında reel-politiğe iltifat etmediğinden dolayı çevresi tarafından eleştiriye maruz kalınca cevaben: “Eğer takva olmasaydı ben Arapların en dâhisiydim, bu taktikleri
kullanabilirdim ama takvam beni engelliyor” demiştir.
Muaviye’nin siyaseti üç temel kavrama istinat eder. Bunlar, Farsça ifadesiyle, “Zer-u zor-u tezvir” olarak adlandırılır. Zer, ekonomiyi, iktisadi güçlülüğü; zor, hükümeti, baskıyı; tezvir ise,
halkı uyutmayı, din adıyla olsun, başka adlarla olsun insanı aldatmayı ifade eder. Altın / para bir satın alma aracıdır. Rakipler, hasımlar altınla, parayla satın alınabilir çünkü herkesin bir satın alma değeri vardır. Satın alma sonuç vermeyince zor kullanılır, baskı yapılır, tehdit edilir, gözaltına alınıp işkence edilir, bu da sonuç hasıl etmezse tezvirata baş vurulur, yani yalan söylenir, entrika çevrilir, ithamlarda bulunulur, çamur atılır, hasım itibarsızlaştırılır. İşlemediği bir fiilin suçlusuymuş gibi gösterilir, halk nezdinde itibardan düşürülür. En kısa ifadeyle, hangi yöntemle başarılı olunacaksa o denenir. Bu siyaset anlayışı tamamen sonuç alma / kazanma odaklıdır. Bu anlayışa göre lehe sonuç doğuracak her yöntem meşrudur.
Hz. Ali’nin siyaset anlayışı ahlak / takva temellidir, süreç odaklıdır. Bütün süreçlerin ahlaki / hukuki kural ve prensiplere uygun olmasını hedefler. Hedefe varmak ne olursa olsun başarılı olmak demek değil, meşru yol ve yöntemlerle reel bütün vasıta ve imkanları kullanmak demektir. Hz. Ali’nin bu anlayışı, hasımlarla, rakiplerle, muhaliflerle mücadelede reel imkanların dikkate alınmayacağı gibi de anlaşılmamalıdır. Elbette bütün hazırlıklar, vasıtalar ve yöntemler reel imkan ve veriler üzerinden yapılır ama hedef ideal siyasete varmaktır.
Muaviye’nin bu siyaset taktikleri muhtemelen Bizans’tan Emevilere sirayet etmiştir. Muaviye hem valiliğinde ve hem de halifeliğinde Bizans’la sınır komşuluğu yaptığı için “Bizans entrikalarından” etkilenmiş, yöntem öğrenmiştir.
Bu siyaset kültürünün en karakteristik özelliklerinden birisi de halkın yapılanlara, söylenenlere inanması, ahlaki bir sorgulama yapmamasıdır.
Meşhur bir hikaye anlatılır. Şam’a devesini satmaya gelen Hz. Ali taraftarı bir Kûfelinin devesini Şamlı biri gasp eder, “Bu senin bindiğin dişi deve bana aittir.” diye deveye sahip çıkar. Halbuki deve dişi değil erkektir. Durum Muaviye’ye intikal edince o da Kûfeli’ye “Görülüyor ki, deve dişi değil erkektir ve senindir” dedikten sonra “devenin durumu budur ama, sen Kûfe’ye git ve Ali’ye şöyle söyle: “Muaviye’nin yanında erkek deve ile dişi deveyi birbirinden ayıramayan ve ona bağlı on binlerce adam var.”
Bu hikaye yaşanmış mıdır, yaşanmamış mıdır bilemeyiz ama insanoğlunun macerasında üç aşağı beş yukarı benzer hikayelerin yaşandığını görüyoruz. Bu konuya Kur’an’da kıssalar üzerinden yer verilir. Malum, Firavun hak, adalet ve hürriyet talebinde bulunan Hz. Musa hakkında her türlü tezvirata, itibarsızlaştırmaya başvurdu. Onu ve arkadaşlarını terörist ve bölücü olmakla, ülkelerini yıkmaya çalışmakla, toplumu birbirine düşürmekle suçladı ve halk içinde propaganda yaparak kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Bu yöntemler sonuç vermeyince ülkenin sihirbazlarını toplayarak Hz. Musa’nın sihirbaz olduğu tezviratını yaymaya çalıştı. Allah’ın yardım ve inayetiyle bu da sonuç vermeyince zor kullanmaya ve toplu katliama karar verdi. İşte burada ahlaki yöntemlerle mücadele eden Hz. Musa’ya Allah’ın mucizesi yetişti, Hz. Musa ve arkadaşlarını sahili selamete çıkardı ve Firavun ve beraberindekileri de suda boğdu.
Sözün özü, siyaset yapmak günah, haram değildir. Bugünkü bütün bulaşıklığına, kirliliğine, rezilliğine rağmen siyaseti insani, rahmani, hukuki (ideal siyaset) bir forma dönüştürmek için çalışmak farzdır ve kanaatimce en önemli ibadetlerden biridir. Bizler ne pahasına olursa olsun kazanmayı hedeflemeden mücadelenin tüm safhalarında ahlaki, hukuki hareket etmek mecburiyetindeyiz.
AKP’leşen Ak Parti deneyimi hepimiz için tam bir ibret levhasıdır. Tekrar aynı maceraları yaşamamak, yaşatmamak için tedbirli davranmak zorundayız. Siyasetle ilgili olan herkesin böyle bir siyaset felsefesini, anlayışını bu ülkeye hediye etmek gibi bir sorumluluğu vardır. Mevcut siyasi krizin böyle bir anlayışın neşvünema bulması için mümbit bir alan açtığını göz önüne alarak gelecekten bir miktar ümitvar olmaya hakkımız olduğunu düşünüyorum.

