Henüz vefat etmeden birkaç ay önce rahmetli Vehbi Koç’tan dinlemiştim kurumsallaşmanın önemini…
Birçok iş başardığını fakat kurumsallaşma bakımından grubunda sürecin devam etmekte olduğunu ve Rahmi Koç’a kurumsallaşmayı tam sağlamasını salık vermekte idi bu konuşmasında.
Rahmi Koç kurumsallaşma vasiyetini başarmış olacak ki görevi üstlendikten bir süre sonra gözü arkada kalmaksızın açık ve fırtınalı okyanuslarda Nazenin IV yelkenlisiyle 2 yıl süren dünya turuna çıktı. Bu esnada Koç grubu ihracat rekorları kırdı, gücüne güç katarak büyüdü ve devler liginde küresel marka oldu.
Kars’ta yaş almış, güngörmüş insanlarla konuşurken mütevazı olmanın bir yansıması olarak “Sizin ayağınızın bildiğini bizim başımız bilmez” derler.
Şimdi ülkenin sanayi devi, en büyük müteşebbisi bir konuya odaklanıyor ise bize de durup kulak vermek, anlamak, düşünmek ve hayatımıza uygulamak düşer.
Ne diyordu? Türkiye’nin Sanayi Duayeni Sayın Vehbi Koç: “Kurumsallaşma!
En basit tanıma göre kurumsallaşma, bir kurumun bireylere bağımlı olmadan faaliyetlerini sürdürebilmesi ve geliştirebilmesini sağlayan bir yapıya sahip olmasıdır.
Her sürdürülebilir yapı bir kurum olduğu gibi, bir büyük kurumun da parçasıdır.
Genel anlamda bir fayda birliği meydana getiren fertlerin, bu birliği yürütebilmek, fonksiyonlarını ifa eder hale getirebilmek üzere tesis ettikleri veya tesis edilmiş olarak buldukları usuller de, kurumu meydana getirir.
Esasında sürdürülebilirliği sağlayan bütün yapıların ortak varlığıdır, kurumsallaşma.
Yaratıcının tasarım sistematiği de kurumsallaşma üzerine kuruludur.
Fiziki olarak makro düzeyde de mikro düzeyde de kurumsallaşmayı görürüz.
Atmosfer, hidrosfer, litosfer ve biyosfer dünyamızın 4 temel kurumudur.
Proton ve nötronlar da bir elementin kimyasal özelliklerini taşıyan en küçük yapı taşı olan atomun kurumlarıdır.
Beşeri olarak ta kurumsallaşmanın en güzel örnekleri ailevi modern devlet yapılarıdır.
Sosyal düzen ilk olarak ailede kurumsallaşmıştır.
Modern devlet ise yasama, yürütme ve yargı potestaslarından müteşekkil bir kurumdur.
Yasama tarafından belirlenen etkin hukuk kuralları yürütme tarafından dikkate alındığı ve yargı tarafından denetlendiği sürece “ortak akıl” tesis edilecek ve böylece o sosyal yapı da güçlenerek devam edecektir.
Bu üç kuruma sahip olan ve ilkelerine bağlı olan devletler sürdürülebilir sosyal yapılardır.
Güçlü fikirleri olan İbn-i Haldun devleti insana benzetmiş ve onu da doğan, büyüyen ve daha sonra yağı bitmiş bir lambanın fitiline benzer şekilde sönerek ortadan kaybolan bir canlı yapı gibi betimlemiştir.
Oysa onun yaşadığı ve bu teorisini ileri sürdüğü 14.yy da devleti insan ile özdeşleştirmesinin nedeni olan, gücü tanrıdan aldığı varsayımı ile erk kuran, geçici ve irrasyonel gerekçeler ile meşruiyet sağlayan krallıklardan aydınlanma çağı ile birlikte gücü ulustan alan, yasal gerekçeler ile meşruiyet sağlayan modern sosyal,egemen devlete geçilmiştir. Anayasal devletler kurumsal devletlerdir. Kurum kavramını ifade eden “Constitution” aynı zamanda anayasa ifadesinin de karşılığıdır.
O halde modern devletler ölümlü biyolojik varlıklar gibi değerlendirilemezler. Erkleri ve onların tabi oldukları kuralları olan ve böylece yurttaşlarında rıza ve güven duyguları oluşturan sürdürülebilir meşru sosyal kurumlardır.
İşte tam da bu neden Atatürk’ün “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.” şeklindeki veciz ifadesini kullanma gerekçesidir.
2 comments
Çok güzel bir yazı olmuș özellikle İbni Haldundan örnek verilmesini degerli buldum
Teşekkür ederim.