Güneş doğmuyor yüzüme
Dünya karanlık gözüme
Kıymet vermedin sözüme
Gözünü toprak doyursun
KARAKTERİNİZ KADERİNİZDİR
Hayat bazen gizlenen şeyleri açığa çıkarıverir ve kimisi memnun eder, kimisi tedirgin eder, kimisi de ders alır. Bunu hayatta yaşayanlar fark eder. Yaşın değil, yaşadıkların öğretir hayatı. Toplum veya kişi de ihtiyaçlarının peşinde koşar. Kimi üzülür, kimi sevinir ama yeni fikirlerin önü de açılır. Kurtuluş arar ama kuruluşta çareye odaklanır.
Anlaşılan o ki 21. yüzyıl sıkıntıların zirvesi ile başladı. Kötü dönemi şu an dünya yaşıyor. Bundan da en kolayı faili meçhul arıyor. Aslında çevre düzeninin değişiklikleri, iklimin değişikliği, su kaynaklarının kurutulması, hastalıklar, salgınlar, kontrolsüz-şuursuz kazançlar, büyük felaketler getiriyor. Dünya gündemini meşgul eden Korona virüsü hiç ayrım yapmıyor ama faili ve çözümü aranıyor. Dünya ülkeleri, görülmemiş tedbirler alıyor, paralar harcıyor sadece bir virüs için.
Peki bundan önce aynı tedbirlerin yarısını veya bir kısmını hikmet için kullansalardı. Çocuklar ölmese idi, insanlar ayrımsız mutlu ve huzurlu olsa idi, hayvanların yaşama hakkı olsa idi, bu dünyanın cehenneme değil de cennete çevrilmesi için güzel şeyler yapılıp, iz bırakılsaydı bu telaş olur muydu? Hava kirliliği, iklim değişikliği, bulunduğumuz ve yaşadığımız mekanların orijinalliği bozulmadan, daha güzel şeyler üretilseydi acaba bu sıkıntılar yine yaşanır mıydı? Güneş doğmuyor yüzüme, dünya karanlık gözüme denir miydi?
Prof. Dr. Orhan Arslan hocadan dinlediğim bir söz var, “İlmin ahlakı yoksa, ahlaksız güç olur. Bilimi birileri üretir, birileri tüketir, bilgi insanlık hayrına kullanılır” der. Hoca bunları söylerken de daha güzelini “Bilginin hikmet ama birileri içinde kuvvet olduğunu” belirtir ki, hikmet yerine kuvvet olarak kullananlara, işte gözünü toprak doyursun diyebiliriz.
Eski CIA ve NSA teknoloji ajanı Edward Snowden “Sistem Hatası” adlı kitabında kendi hayat hikayesinden bahsederken, aynı zamanda ABD hükümetinin ve istihbarat örgütlerinin sivil, suçlu vs. ayırmaksızın tüm dünyayı gözetlediğini belgeleri ile açığa çıkardı. “Bir kez olsun telefonla konuşan, bilgisayar başına oturan herkes risk altındaydı” der. “Yasalar mahremiyetimizi koruyamıyordu. Büyük birader tepemizdeydi. Teknoloji şirketleri yaşamlarımızı bir ürüne çeviri istihbarat örgütlerine pazarlıyor, istihbarat örgütleri hiçbir gerekçe göstermeden tüm yaşantımızı kayıt altına alıyordu. Dünya, gerçeğe dönüşen distopya ile yüzleşmek zorundaydı.” Asıl olan, kurumların koruması gerekli olan halktan, sadakat istemesini” anlattı. Kurumların ve düzenin insanlarına tuzaklar kurmasını reddetti. Snowden “Eskiden devlet için çalışırdım, artık toplum için çalışıyorum. İkisi arasında bir ayrım olduğunu fark etmem neredeyse otuz yılımı aldı. Benim konumumdaki biri için çok tehlikeli bir şey yaptım, gerçekleri anlattım” diyor.
Durum o ki faydalı ve zararlı şeylerin paylaşılması dayanışma ve uyum getirir. Yaşadıkları zaman hep birlikte yaşarlar, savaştıkları zamanda hep birlikte savaşırlar. Sevinçler ve tasalar tek örnek üzerinedir.
Bir toplumun başına gelen musibetler diğer toplumun çıkarları gibi düşünülürse düşmanlığı arttırır. Adam Smith 1700’lü yıllarda “komşularınızın gelişmesi sizin lehinizedir” demiştir.
İnsanın kaderini sevebilmesinin şartı onu anlamasıdır. Anlayamadığımız şeyi sevemeyiz. Hayatının neden bu halde olduğunu bir kere anladın mı, ister istemez değişirsin. Sen değişirsen kaderin de değişir. Değişim anlamanın bir değeridir, ürünüdür. Meseleye bu gözle bakarsak kaderimizi anlamanın onu şekillendirmeye giden ilk ve önemli bir adım olduğunu söyleyebiliriz.
Bunu şunun için söylüyorum. Bir virüs her şeyi alt üst etti. Dünya tek noktaya odaklanırken bilgiyi hikmet için kullanana da kuvvet için kullanana da düşünme ve yeni sistemi zorlama imkânı verdi. Dünyadaki zulümler, adaletsizlikler, evrensel değerlerin yok edilişi, gücün denetiminin olmayışı gündemde iken, bambaşka bir tehlike tüm dünyayı etkiledi.
Şengül Boybaş’ın “Dünyanın Uyanışı” adlı kitabında;
Oku daha doğmamış günleri bulacaksın
Oku geleceğin evladı
Oku ve sana çok uzak gelen ama aslında yakın olan geçmişin sırlarını öğren
Bir kez yaşayıp sonsuza dek göçüp gitmez insan
Birçok yerde, birçok kez yaşar, hep bu dünyada olmasa da
Oku, bize ebediyen yaşayacağımızı öğretir dünya
Başı ve sonu olmayan ebediyet, bir çemberdir
İnsanların gözünde Tanrı’nın birçok yüzü vardır
Yine de hepsi yanılır, çünkü hepsi haklıdır
Ruhlar güneşten fazla yaşar
Ne kadar güzel anlatmış. Ne olduğumuz değil ne olacağımıza bakmamız lazım. Başına ne gelirse kendinden bil. Dert insanı uyandırır. Yaşadığımız yüzyılda pek çok çağı yaşıyoruz. Kendiliğinden olan bir ağaç kontrollü değildir. İçinde bulunduğumuz medeniyet güçte kullanıldı, hikmette kullanılmadı. Kaos yarattı, rol model ahlakta olamadı. Adaletsiz uygulamalar da oldu. Bir ağaca bakarken kuruyanı seçip ateşledik, şeytanileştik, yeşerene bakıp fıtratımıza yönelmedik.
Yeryüzünün, insanın ve tabiatın bir ayet olduğunu unuttuk, ona da zulmettik. Dünyada sadece biz varmışız gibi hareket ettik. Düşmanlık üreterek, başkalarına hayat hakkı tanımadık. Diğerinin acısına sevindik. İnsanlığın mürşidi olan bilimin ahlaksızlığını tercih ederek dünyayı zehirledik. Sistemler kullanıcılara göre uygulanır. Güzel manzaralara pencereleri kapattık. Gizli, muammalı sır olayları sahipsiz bıraktık. Asıl sorun büyümek değil ki, büyürken unuttuklarımız. İyiler bir çeşit, kötüler ise çeşit çeşittir. Albert Einstein “Kötülerin zulmü değil, iyilerin sessizliği korkutuyor. Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer, kötülük yapanlar yüzünden değil durup seyredenler yüzünden.” demesi ne kadar haklılığını gösteriyor.
Yaşadığımız dünyada küçük insanların, büyük gölgeleri varsa o yerde güneş batar. Bir virüste dünyayı yaşanmaz hale getirir ki herkese hastalık ve kıtlığı, çöküşü, acıyı, felaketi ve sevdiklerinden mahrumiyeti, ayrılığı, yasakları ceza evlerini mekânlarımız yapmaya götürür. Kuralsız uygulamaları zorla yaşatırlar. Hiçbir şey tesadüf olamaz. Herkes çaresiz, korku had safhada. Her ülkenin iç gündemi dış dünya ile birleşti. Plan kuranların planları değişti. Saltanat yaşayanlar, kimisi dine, kimisi bilime, kimisi maskeye sarıldı. Hakkı, hukuku, adaleti bir tarafa bırakanlar, servet istif edenlerin uykuları kaçtı. Bir virüs taptıkları haram kazançlarının ne olacağını düşündürdü.
Zehirli dillerin, kibrin, şehvetin, maskeli inancın ve gücün, milletin hazinesini kendi cepleri zannedenlerin düzeni bozuldu. Acaba sonumuz gelecekte nasıl olacak düşüncesi ile yüz ifadeleri kışa döndü.
Dünya genelinde kutsal alanlar ticaret için kullanılırken bu mekanlara, okullara, iş yerlerine insanlar gidemez oldu. Kahramanlık naraları, sömürge ülkelerinin enerji ve ekonomik sahalarına şeytani güçle sahip olmak isteyenleri hizaya getirdi. Elbette bunlara sevinilmez. Çünkü inancımız “Bir ademin ölümü bir alemin ölümüdür” şeklindedir. Bu söz bizi kine ve nefrete götürmez. Bilakis yaşatmayı öğretir.
Buradan bütün dünya sorumlularının anlaması gereken şu ki, her planınız tutmaz. Bir virüs tüm planları alt üst edebilir. Dert, kaos çare aratır, çözüm aratır. Bilim adamları, temennimiz geçmişte de insanlığın başlangıcından itibaren bu musibetlere çözüm buldukları gibi, buna da çare bulurlar.
Asıl düşünülmesi gereken geçmişin adaletsiz uygulamaları, insani değerlerin yok edilmesi ve zalimlikler. Nemrut, Firavun ve Karun özentileri gelecekte Adalet, demokrasi, hukuk, ahlak, bilimi ahlak ve hikmet alanında, insanlığın yaşaması için kullanmaya ve kullandırmaya vesile olacak mı? Aşık Veysel’e “senin türkülerin dünyanın çok ülkelerinde söyleniyor” denilince, Veysel’in cevabı “Bir bahçede domates yetiştirirsin, bunu kimi salatada, kimi yemekte, kimi menemende kullanır. Kullansın, yeter ki “tadını” bozmasın.” Bilim de böyle bir şey. İlmin sahibi Allah’tır ama kullananı insandır. Herkes kullanabilir yeter ki ilimle kimsenin tadı bozulmasın. İlmin ahlakı kullanılsın. Allah’ın verdiği kimliklerin ve tercihlerin hikmetine sahip çıkın, zulmetmeyiniz.
Fani’nin dediği gibi;
Celaliyle zahir olsa bu da geçer ya hu
Cemaliyle ayan olsa bu da geçer ya hu
bunlar da geçer elbet.
Keçecizade İzzet Molla’nın da dediği gibi;
Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihân harâb,
Eyler anı müdâhane-i âlimân harâb.
Yani, “Dünyanın günah işlemekle, sefahate dalmakla yıkılmayacağı herkesçe malumdur. Alimler ne zamanki dalkavukluk, riyakarlık, iki yüzlülük yapmaya başlarlar, dünya işte o zaman yıkılıp harap olur.” Buna ilaveten ben de diyorum ki, yöneticileri de dahil etmek lazım.
Ey dünya ve ülke sorumluları, bugünlerin sorumluları sizlersiniz. Batan güneş için ağlamak bir şey halletmez, yeniden doğduğunda ne yapacağınıza karar verin. Eski öldürücü alışkanlıklarınıza dönmeyin. Bu beladan sonra yeni alışkanlıklarımız ve vazifemiz “YAŞATMAK” temelinde, insani değerleri koruyan “ADALET” olsun. Bunu düşünelim.
Nefret ettiklerinizle ilişki kurmak ve yeni dünya düzeninde bunu tasarlayarak, çok arzu ettiklerinizin insanlığa ve evrene fayda getirmesine özen gösterin ki daha beterini, kıyameti yaşamayın, yaşatmayalım.
Ey dünya insanları “Karakteriniz neyse kaderiniz de odur.” Karakterinizi bilimle, şeytani işlere yöneltmeyin, insani işlere yöneltin. Teknoloji, data, evren, uzay, ilim her şeyle “KAF DAĞI”na, “KIZIL ELMA” ya, “NİRVANA” ya ulaşmak gayretinizi, çabanızı harcamaya devam edin ama İLMİN AHLAKINI hayata geçirin, zehrini kullanmayınız.