Öyle bir toplum oldu ki, iyilik, hayır, güzellik, selamet için inşa edilmiş kavramlardan neredeyse içini boşaltmadığımız, sevimsizleştirmediğimiz, mahiyetinden koparmadığımız bir şey kalmadı. Onları bireysel, grupsal çıkarlarımızın birer metaı, mezesi haline getirdik. Öyle ki, toplumsal olarak bizi bir arada tutabilecek, ifade edildiğinde aramızda barışı, kardeşliği, birliği, güveni ihsas edecek bütün kavramların içini boşalttık. Duyduğumuzda neredeyse nefret hissi ile mukabele eder olduk.
Siyasi ve sosyal kriz dönemlerinde insanlar yeniden barış ve güven iklimine dönmek için bir arayışın içerisine girerler. Öyle ki, bazen musibet ve zulüm olarak gördüğümüz süreçlerin sonunda yepyeni bir düzenin, nizamın başlangıcını teşkil edecek bir milat da olabilir. Yeryüzünün düzenlerini kuran aktörler, yeni bir milat başlatmak için ayağa kalkmamışlardır. Ancak bir süre sonra tarih onları yeni dönemlerin, çağların veya sosyal sistemlerin birer aktörü olarak yazdı.
İçinde yaşadığımız sosyal ve siyasal krizi böyle bir iklime dönüştürme fırsatımız var. Belki de yaşadığımız bu kara günler, kendisinden sonra gelecek güzel günlerin mukaddimesidir. Bu anlayış ve idrak içerisinde geleceği yeniden kurgulamak, inşa etmek bu toplumun aydınlarının işidir, görevidir. Eğer bu idrak ve sorumluluk içerisinde hareket ederlerse bu krizi yeni bir sayfanın açılmasına vesile kılabilirler. Burada birincil sorumluluk aydınlara, kanaat sahibi önderlere düşüyor.
Onun için derim ki, gelin yeni çatışmalara, yeni kavgalara sebep olabilecek kavramlar üzerinden değil, içeriğini toplumsal mutabakatla dolduracağımız yeni kavramlar inşa edelim. Mümkün mü? Tabii ki mümkün… Mazinin derinliklerinde kalmış kökler üzerinden nice fidan kavramların yeşertilmesi mümkündür. Tarihsel olarak onca örnek de verilebilir.
Bu toplumun iyilik, hayır, barış ve selamet arayan aydınları, kanaat önderleri bunun üzerine yoğunlaşabilirler. Her yeni siyasal sistem bir alt-üst olmanın akabinde doğmuştur. İşte bugün bunun arifesindeyiz. Ya sorumluluk üstlenip bu kutlu göreve hazırlanacağız, ya da -Allah muhafaza- tarihin derinliklerinde birer etnografik malzeme olarak kalacağız. Karar günü…