12 Nisan akşamı birden bir haberle kamuoyu çalkalandı. Son dakika haberi olarak, ‘İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifa ettiği’ haberi geçiyordu. Nedeni ise hafta sonu sokağa çıkma yasağının son iki saat içerisinde duyurulmasının sebep olduğu gelişmeler. Bakan ilk günkü konuşmasının hilafına tüm sorumluluğu üstüne alarak istifa ettiğini duyurdu. Halbuki ilk konuşmasında, alışık olduğumuz lisan ve usulle ve de altına çizerek, “Akşamüstü Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı çerçevesinde hafta sonu itibariyle 30 büyükşehir ve Zonguldak’ta sokağa çıkma yasağı ilan edildi.” diye açıklamada bulunmuştu.
Ben de dahil az çok siyasetle ilgili önemli bir çoğunluk bu gelişmeyi tereddütle ve ihtiyatla karşıladı. Bazıları Bakan beyi kutlarken bazıları da ‘Sayın Cumhurbaşkanı bu istifayı kabul etmeyecek’ diye görüş paylaştılar. Evet, son kanaat sahipleri haklı çıktı ve Cumhurbaşkanı istifayı kabul etmediğini duyurdu.
Yıllardır siyasi arenada erdemli bir davranışa hasret kalmıştık. Zira 301 işçinin hayatını kaybettiği Soma faciasında, İstanbul ve Ankara’daki yüksek hızlı tren kazalarındaki kayıplarımızda kimsenin kılı kıpırdamadı. Bu can kayıplarının yaşandığı olaylarda bile sorumluluğu üstlenen bir istifa, erdemli bir davranış ortaya konmadı. Bütün bunların gölgesinde tereddüt ve ihtiyat payı vermişte olsak yine de Sn. Soylu’nun bu istifasına yine de sevinmiştik. Yalan da olsa konuşulması bir nebze bizi geleceğe dair umutlandırdı.
Öyle ya, ortada o gece enine boyuna hesap edilmemiş, gerekli koordinasyon hazırlıkları ikmal edilmemiş, son derece acemi/amatör bir yönetim anlayışı sergilenmişti. Haliyle Ak Parti taraftarları da dahil olmak üzere büyük çoğunluk bu durumu eleştirdiler. O gece yaşanan durum nedeniyle insanlar enfekte olmuşlarsa bunun sorumluluğu o kararı ve zamanlamasını uygun görenlerdir. Dolayısıyla Sayın Bakanın istifası siyasi sorumluluğun bedelini ödeme açısından en azından sembolik olarak önemliydi. Ama sağ olsunlar yine bizleri yanıltmadılar! Bir saat sonra istifanın kabul edilmediği duyuruldu.
Bu gelişmeleri düşünürken yaşadığım hissiyat bana Mevlana’ya atfedilen bir hikayeyi hatırlattı.
‘Bir gün derviş kılıklı bir adam Mevlana’yı ziyarete gelir. Mevlana’ya derki, ‘Şems Tebrizi’yi Şam’da gördüm.’ Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Mevlana hemen üzerindeki cübbeyi çıkarıp ona hediye eder. Duruma şahit olan müritleri, adam çıktıktan sonra Mevlana’ya, ‘Efendim ne yaptınız? Bu adamı tanıyoruz, yalancılığıyla meşhur bir adamdır. Sizin Şems’e olan muhabbetinizi bildiği için bu haberi uydurdu.’ deyince, onun cevabı şu olmuş; ‘Ben onun yalan söylediğini anladım ancak bu haberi duyunca o haberin yalanına cübbemi verdim. Eğer sahi olduğuna kanaat getirmiş olsaydım canımı verirdim.’
Dün bizim için de böyle oldu; siyasi sorumluğu üstüne alarak istifa etmiş olmayı sahici bir davranış olarak kanaat getirmemiş olsak da yine de yalanına sevindik. Ama ne yazık ki, o sevincimiz de yine kursağımızda kaldı. Önemli olan kişiler değil; Süleyman gitmiş, Hasan gelmiş!.. Sembolik değeri olan bir davranışı sergilemek. Malum, dünyanın değişik ülkelerinde bu tür istifalara sık sık şahit olunmaktadır. Ve hatta Japonya’da bununla da yetinmeyerek kendisini sorumlu gören bazı bakanlar harakiri yaparak canına kıymışlardır.
Şimdi haliyle soruyoruz; İçişleri Bakanı Sn. Soylu neden istifa etti? İstifa ettiğine göre o gün yapılan iş ve işlemler neticesinde telafisi mümkün olmayacak zarar ve ziyana sebebiyet verilmiştir. Sn. Soylu’da bunu zikrederek ve ilk günkü açıklamasının hilafına tüm sorumluluğu üstüne aldığını açıkladı. Bundan da anlıyoruz ki, o gece yapılanlar yanlış ve hatalı karar ve uygulamalardı. Neticede verilen istifa doğru ve yerinde bir karardı.
Şimdi yine soruyorum; Peki, Sayın Cumhurbaşkanı istifayı niye kabul etmedi? Buna açıklama getirmesi gerekmez mi?
Burada iki ihtimal sözkonusu… Ya, Sn. Soylu da dahil olmak üzere toplumun büyük çoğunluğunun fevkalade yanlış ve hatalı bulduğu uygulamaları Sn. Cumhurbaşkanı hata olarak kabul etmiyor; ya da “Ne olursa olsun istifa; hatayı, yanlışı kabul etmek anlamına gelir. Bu da iktidarımız için olumsuz sonuç doğurur; bize kan kaybettirir.” diye düşünmektedir.
Kanaatim o ki, eğer işin içinde başka niyet ve maksatlar yoksa Sn. Cumhurbaşkanı ikinci ihtimalle hareket etmiştir.
Evet, bir daha Türkiye Demokrasisi kaybetmiştir. Sorumluluk makamında olanlar sorumluluğunun gereğini yapmaktan imtina etmişlerdir. İktidarın bekası, erdemli davranışa tercih edilmiştir.
Neyse bir saatliğine de olsa yalanına sevinmiştik. Herhalde bundan böyle bu işin yalanına bile hasret kalacağız.