Gündelik siyasetin dili her yerde az-çok problemlidir; genellikle olduğundan daha haşindir, yer yer kırıcı ve yaralayıcıdır. İlk bakışta tuhaf görünen bu olgunun ilk akla gelen nedeni, siyasî mücadelenin özünü, başarısı rakiplerin saf dışı bırakılmasına bağlı olan iktidar arayışının –iktidarı elde etme ve koruma arayışının- oluşturduğu gerçeğidir. Bir de, malum, iktidarın doğasında ona sadece sahip olanı değil, onu ele geçirmeye çalışanı da tefessüh ettirme temayülü saklıdır.
Bununla beraber, iktidar arayışının geneldeki bozucu etkisi Batı demokrasilerinde siyasî mücadelenin dilini hiçbir zaman belli bir seviyenin altına düşürmemekte, fevkalâde istisnaî durumlar dışında büsbütün kontrolden çıkarmamaktadır. Çünkü, Batı’da siyaset genellikle kaba bir iktidar ve avantaj arayışı olarak görülmemektedir. O diyardaki genel eğilim, siyasete esas olarak bir tür hamiyetperverlik (public spiritedness) ödevi, toplumun ortak çıkarına hizmet etmenin bir aracı nazarıyla bakılmasıdır. Bununla tutarlı olarak, Batı dünyasında siyaset ‘’kişinin geçimini sağlamasına yönelik esas meşgale’’ anlamında bir meslek olarak görülmez.
Oysa Türkiye’deki durum bunun tam tersidir. Türkiye’de siyaset esas olarak hem başkalarına hükmedebilecek güçlü bir konum elde etmek, hem de haksız menfaat sağlamak amacıyla yapıldığından; siyaset dilinin ölçüsü de özellikle ‘’ahali’’ye yönelik olduğunda, büsbütün kaybolmaktadır. Sadece başkalarına güç taslamak ve avantaj peşinde koşmak da değil, ayrıca ‘’devletlû’’ olmanın Türk siyasî kültürüne özgü anlamı da ‘’sözlü terör’’ yoluyla vatandaşa ‘’haddini bildirme’’yi iktidar sahipleri için adeta bir hak haline getirmektedir. Bir dini olanın ahlâka ihtiyacı olmadığını zannetmesi gibi, bu ülkede ‘’devletlû’’ olan da ne medenî olmaya ne de ‘’tebaası’’na saygılı ve nazik davranmaya ihtiyaç duyar.
Bizdeki siyaset dilinin karakteristik özelliği en azından ‘’ağız dalaşı’’, ama genellikle aşağılamadır, sövüp-saymadır, küfür ve hakarettir. Üstelik bu nobran ve çirkin dilin hedefi sadece siyasî rakipler de değildir, sıradan yurttaşlar da çok kere bundan payını alırlar. Batı’da hiç akla gelmeyecek bir şey, en tepedekinden en alt kademesindekine kadar kamu gücü kullananların kendi korunaklı mevzilerinden vatandaşlara hakaret yağdırmaları, onlara sövüp saymaları maalesef Türkiye’de alışılmadık bir durum değildir.
Öyle veya böyle, Türkiye’deki nezaketsizlik, sertlik, kabalık ve haşinlikle temayüz eden, ölçüyü iyice kaçırmış bir bayağılık düzeyinde seyreden siyaset dilinin medenî dünyada eşi-benzeri yoktur.
Aslına bakılırsa, bir yerde siyaset de dâhil olmak üzere hayatın çeşitli alanlarında geçer akçe olan dilin özelliği oradaki medenilik –ve dolayısıyla medeniyet- düzeyiyle yakından ilişkilidir. İnsanların birbirlerine veya kamuya hitap ederken kullandıkları dilin nezaket, incelik ve terbiye düzeyi, kısaca ölçülülüğü onların medenilik düzeylerinin bir yansımasıdır. Ölçüsüz ve nobran bir dil medenî bir siyasetin tam karşısında yer alır.
Medenîlik insana saygıdır, ölçülü davranıştır (itidal ve tevazudur), açık fikirlilik ve hoşgörüdür. Medenîlik ayrıca toplumun diğer üyelerinin onuruna ve haklarına saygılı olmayı gerektirir. Edward Shils’in dediği gibi, medenilik “öteki”nin insan olmasından veya toplumun bir üyesi olmasından kaynaklanan onurunu tanımaktır. Medenîlik, bütün insanların benzer hak ve yükümlülüklere sahip olduğunu kabul etmek, başkalarının hak ve çıkarlarını da kendisininki kadar korumaya hazır olmaktır.
Her bir yurttaşın insanlık onuruna, hak ve hukukuna en başta iktidar mevkiinde olanlar ile diğer siyasetçilerin riayet etmesi gerekirken; bizde iktidar sahiplerinin bu esaslara uymak şöyle dursun, aksine kendilerini medeniliğin, ahlâkın ve hukukun öngördüğü her türlü kayıttan azâde addetmeleri sözde ‘’muasır medeniyet seviyesine yükselme’’ hedefi güden bir ülke için ne hazin bir tecellidir!
Kaynak: Diyalog Gazetesi