Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının icra ediliş tarzı, bu törenlerde resmî erkânın dilinden sadır olan söz ve beyanlar ile, bu vesileyle radyo, televizyon ve gazetelere hâkim olan “ruh iklimi” bana Türkiye’nin Cumhuriyetinin karakteristik bir özelliğini hatırlattı. Buna kısaca, genel çocuksulaşma eğilimi diyebiliriz.
Resmi bayramlarda bu çocuksuluk hali sadece ilköğretim öğrencilerini değil, onların öğretmenlerini, üniversite hocalarını, gazetecileri ve tabiî resmî erkânı, kısaca neredeyse bütün yetişkinleri tutsak alıyor. Böyle zamanlarda toplumun geneline hâkim olan müsamere havası içinde koca koca adamlar adeta gönüllü olarak reşit olmaktan vaz geçiyor, düşünme melekelerini yitiriyor ve iradelerini insan veya nesne sembollerin emrine veriyorlar.
Sanılmasın ki, bu ruh hali sadece resmî bayramlara özgüdür. Gerçekte bu, toplumu her zaman etkisi altında tutan genel bir eğilimdir. Yani, arızî bir durumla değil, sistemik bir sorunla karşı karşıyayız. Bu durumun en hayatî sonuçlarından biri, toplum olarak sorunlarımızı çözmemizi ciddî olarak zora koşmasıdır. Çünkü, karşı karşıya olduğumuz sorunları çözebilmemiz için, her şeyden önce, kendimizi reşit hissetmemiz, kendimize güvenmemiz ve tabiî reşit insanlar gibi davranmamız gerekir. Oysa, bir toplum çocuksulaştığı ölçüde bu meziyetlerden yoksun hale gelir.
Bütün bunların, özellikle de resmî sıfatlı olanlar bakımından elbette ikiyüzlülükle ilgili bir yanı var. Ama sanırım mesele daha çok yetişme biçimimizle, kişiliklerimizin nasıl şekillendiğiyle ilgili. Bu da dikkatimizi mevcut resmî eğitim-öğretimin yapısına ve sistemin her yanına nüfuz etmiş gayrı resmî telkin ve propaganda mekanizmalarına yöneltmemizi gerektiriyor. Diyebilirim ki, açıktan totaliter olanlarını bir yana bırakırsak, günümüzde kendisini yurttaşlarını çocuklaştırmaya bu derece adamış olan başka bir cumhuriyet bulunamaz.
Bu durumun benim liberal tasavvuruma ters düştüğünü söylememe gerek yok. Açıktır ki, vatandaşlarına çocuk muamelesi yapan ve resmî dogmaların sorgulanamazlığını vaz eden böyle bir rejimin, doğal haklara sahip özgür ve özerk bireyi toplumsal varoluşun hareket noktası olarak kabul eden bir anlayışla bağdaşması mümkün değildir.
Ama bu durum, mevcut rejimin olmak iddiasında olduğu şeyin, “cumhuriyet”in doğasıyla da bağdaşmıyor. Çünkü, cumhuriyetçi felsefenin temel fikirlerinden biri, “aktif yurttaşlık” idealidir. Ben şahsen bu felsefenin arkasında yatan sıkı birlik düşüncesine, bireysel ilgi ve çıkarları çok geniş tanımlanmış bir “ortak iyi” anlayışına boyun eğdirme iddiasına ve “yurttaşlık erdemi”ni doğal haklara üstün tutmasına sempati duymuyorum. Anlatmak istediğim, carî rejimin kendi iddiası açısından da başarısız veya tutarsız olduğudur. Çünkü, aktif yurttaş olmak her şeyden önce “rüşdünü ispatlama”yı gerektirir.
Elbette bir cumhuriyette kamu eğitiminin özel ve önemli bir yeri vardır. Ama cumhuriyetçi bir rejimin genelleştirilmiş bir kamu eğitimiyle elde etmek istediği, yurttaşlarına cumhuriyetçi birliği ayakta tutacak erdemleri kazandırmak, bu arada onlarda “ortak iyi” anlayış ve duygusunu geliştirmektir. Yurttaşların çocuklaşmasının bu amaçlar arasında yer almadığında ise şüphe yoktur. Kendi iradesine güvenmemenin, ortaklığın fikrî ve siyasî zemini hakkında söz söyleme hakkından feragat etmenin, “ortak yarar”ın bireysel çıkar ve ilgilerden üstün tutulmasıyla bir ilgisi bulunmamaktadır.
Türkiye’nin Cumhuriyeti’nin bu gibi meseleleri tezekkür edecek düşünürleri, sosyal teorisyenleri yok, ama bol miktarda slogan sayıklayan kifayetsiz demagogları ve propagandistleri var. Onun için, Cumhuriyetin kendine ait bir sivik ethos geliştirememiş olduğunu söyleyen Şerif Mardin haksız değil.
Kaynak: Star, 31 Ekim 2009