Kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanması, temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi, toplumsal huzur, refah ve mutluluğun temini, kalkınma ve adaletin tecellisi için bu kurallara ihtiyaç var mıdır? Ne derecede ihtiyaç vardır? Bu yazı genel bir bakış açısı olduğundan münhasıran, herhangi bir din, herhangi bir toplum açısından konu değerlendirilmeyecektir.
Bu soruyu tartışmadan önce, din, ahlak, örf ve adet, görgü ve hukuk kurallarını kısaca açıklamak yararlı olacaktır. Ahlak ve ahlak kuralları denilince “her coğrafi bölge, ırk, doğa, yaşam biçimine göre değişiklik gösterebilen, neyin doğru veya yanlış sayıldığı (sayılması gerektiği) ve uyulması gereken kurallar olarak tanımlanabilen kurallardır. Kişinin bağlı olduğu dine, coğrafi bölgelere, zamana göre farklılık gösteren kurallardır. Yaptırımı ise “ayıplanma”, “dışlanma” gibidir. Belli bir yörenin veya zamanın ahlak anlayışına ters düşen ilişkiler, başka bir zaman diliminde ya da başka bir yörede normal davranışlar olarak kabul edilebilirler. Bu kurallara uymamanın yaptırımı ayıplanma dışında -ayrıca hukuk kuralı ihlali de değil ise- yoktur.
Din ve din kuralları ise, genel olarak, kutsal kitap ve metinlerde kapsamlı bir şekilde yer bulan hayat ve kainatı izah eden, inanç ve yaşam biçimine ait uygulamaların bütününe verilen addır. Her bir dinin kendine özgü ibadet ritüelleri bulunur. Evreni yaratanın varlığına inanarak ona ibadet etmeyi dini kurallar emreder. Bütün dinler insanların sadece Tanrı ile olan ilişkilerini değil, insanlar arasındaki ilişkileri de düzenleyen hükümleri (emir ve yasaklar) içerir. Yani dinler hem uhrevi (öteki alem) hem de dünyevi ilişkileri düzenlerler. Din kuralları kişiler arasındaki ilişkilerde bazı kurallara uyulmasını istemesi bakımından, hukuk kurallarıyla kısmen benzerlik gösterirler. Din kurallarına uymayanların günah işledikleri, günah işleyenler, yaptırım olarak, yaşarken veya öldükten sonra cezalandırılacağı, o dinin kurallarında bildirilen felaketleri göze alıyorlarsa, devletin kendilerine fazladan bir yaptırımının bulunmadığı kurallardır. Bu kuralların da “soyut” olması, kimilerince “akla ve bilime” aykırılıkları tartışılamayacak, dogmatik kurallardır. Dinlerin de kendilerine özgü hukuk düzenleri de söz konusudur.
Hukuk kuralları ise, anayasa metinleri, uluslar arası sözleşmeler, yasalar ve düzenleyici işlemler ile somutlaşan kurallar olup, fert ve toplumun bütünüyle uyması gereken kurallar olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kuralları dil, din, ırk, renk, cinsiyet vb. özellikleri dikkate almadan herkese eşit ve adil olarak uygulayan devlet hukuk devleti olarak isimlendirilebilir.
Pozitif hukuk kuralları denilince yürürlükte olan tüm mevzuat (Anayasa, yasalar, tüm düzenleyici işlemler vs) anlaşılır. Bu kurallar uyulması gereken kurallardır. Bu kuralların niteliği kanun devleti ile hukuk devleti farkını da ortaya koyar. Bu kurallar, “çoğunlukçu diktatörlük” anlayışından hareketle temel hak ve özgürlükleri sınırlayan, kısıtlayan, adalet duygusundan uzak kurallar olarak hazırlanmış ve uygulamaya konmuş ise “hukuk”tan söz edilemez. Hukuk devletinde normlar ve kurallar geneldir, temel hak ve özgürlükler korunur ve geliştirilir. Uygulamada da adalet esas alındığından, hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkesi vardır, bunun gereği olarak insanlar sürpriz ile karşılaşmazlar. Adil yargılanma hakkı ve tabi hakim ilkesi vardır. Hukuki veya cezai bir durum karşısında yargılama yapacak makam önceden belirlidir. Bir dava konusu için mahkeme veya mahkeme heyeti sonradan belirlenemez. Hakim güvencesi ve teminatı vardır. Hukuk devletinde geriye etkili ve kişiye özel düzenleme yapılamaz. Hukuk devleti olabilmenin temel gereği bu anlamda kuvvetler ayrılığıdır ve hukuk uygulayıcılarına yani, hâkimlere emir ve talimat verilemeyeceği, genelge gönderilemeyeceği ve tavsiye ve telkinde bulunulamayacağı da bir kuraldır.
Hukuk devletlerinde de kimi pozitif kuralların, örneğin yasaların gelişen ve değişen şartlara uygun olmaması, ya da daha iyisinin –mükemmelinin- olması isteği durumunda yasama organınca sürekli kanunların değiştirilerek hukuk devleti nosyonuna uygun hale getirilmesi amaçlanır. Özet olarak “kanun devleti”nde evrensel hukuk ilkelerine uymak, bireye özgürlük tanımak, bunları güvence altına almak ve bu yolla devlet gücünü sınırlamak, hak ve adalet düşüncesi yoktur. “Kanun devleti” iktidarın verdiği gücü kullanarak emri altındakileri ezmek, kontrol altında tutmak için kullanır. Hukuk devleti bunun tam karşıtı kurallar içerir ve kendisini bununla bağlı sayar.
Alman filozofu Ludwig Andreas Feuerbach’ın “Ahlakın dine bağlı olduğu ve adaletin ulu bir yetkeye bağımlı hale getirildiği yerde en ahlaksız, en adaletsiz, en kepaze şeyler meşrulaştırılabilir ve yerleştirilebilir.” Tesbitini yapmıştır. Filozofun bu tespitini yaparken önce kendi yaşadığı toplum ve din anlayışını (cennetin anahtarının satıldığı vb.) gözlemlediği de bir vakıadır
Diyanet İşleri Başkanlarından Ali Bardakoğlukonu ile ilgili olarak” Dini cemaat ve tarikatlar siyaset, kamusal alan, yaygın din eğitimi ve ticaretten elini çekip kendi asli ve sivil hizmet alanlarına çekilmezse, kayıt dışılıktan çıkıp şeffaf ve denetlenebilir olmazsa yeni maceralar yaşamamız kaçınılmaz görünüyor” diyor
Şu cümleler de Bardakoğlu’na ait:
- “Din artık melankoli ve gözyaşı olarak sunuluyor ve algılanıyor. Böyle bir din anlayışı sizi dünya sahnesinde yukarı çeker mi? Hazreti Muhammed’in hayatını öyle bir anlatıyorlar ki, öyle bir hayatın örnek alınması ve yaşanması mümkün değil. Bugün İslam dinini gizemli, esrarengiz bir din olarak sunanlar, asılsız kutsallıklar üretenler aslında kendi din ticaretleri için müşteri artırımı peşindeler”
- “Din, acı, gözyaşı, melankoli ve menkıbedir” dedik. Ya geçmişe özlemle ya da bir kurtarıcı bekleyerek vakit geçiriyoruz. Bireyi ve birey bilincini, birey sorumluluğunu yok ettik.”
- “Başımıza geleni de hep “ya Allah’ın gazabı ya da ötekinin kötülüğü” diye anlattık. “Sen sadece dua et, hatta en etkili ve gizemli duayı ve zamanı bul yeter, bunlardan kurtulursun” diyerek piyangocu bir anlayışı besledik. Halkı böyle besleyince onlar da buna uygun hoca tipi istemeye başladı.”
Kişinin yukarıdaki ölçütler içinde (siyaset, kamusal alan, ticaret dışında yaşanılması biçiminde) dindar, bir dine mensup olması hukuk devletine zarar değil fayda sağlayacaktır. Basit bir örnek verir isek, bütün dinler “adam öldürme”yi, “hırsızlık” eylemini yasaklarlar. Ama din mecrasından çıkarsa, kimilerine göre fetva makamları “yolsuzluk hırsızlık değildir” diyebilirler. Hukuk devletinin ilkeleri arasında eşitlik ilkesi yer alır. Buna göre de “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.” Dikkat edilirse, kimsenin önceliğinin olmadığına vurgu vardır. Hukuk devleti ve kurallarına inanç, toplumu dönüştürerek ahlaklı bir toplum yapabilir. Çünkü kurallar reddedilemeyecek, ortak kabullerdir. Sürekli kuralların uygulanacağı inancı ve yaptırımı da ahlaklı topluma evrilmeyi sağlayabilecektir. Ancak, “kamu düzenini ihlal edenlerin, affedildiği, milyonlarca kaçak yapının ödüllendirildiği düzenler ise ‘ahlaksızlığı’ özendirecektir”. Hukuk devleti ve eşitlik ilkesi, Nepotizmi ve her türlü ayrımcılığı yasaklar. Bu durumu da cezalandırır, yaptırım uygular. Ancak, dini bir ibadette (hac vs) bile öncelik almak için rüşvet vermek veya başkaca nepotizm ve ayrımcılık yolları aramak (siyasi vb) dinen de uygun sayılmaz, ama yaptırımı yoktur. Hukuk devletinin ise yaptırımı vardır. Hatırlanırsa geçtiğimiz yıllarda bir milletvekili nepotizmi dinin emri saymış ve dinin ‘akrabalarını koru kolla’ dediğini belirterek başka bir soru üzerine de “Vallahi sen Allah’ın ayetine bile karşı geliyorsan ben sana ne diyeyim” demiştir. Bu cümle Alman düşünürün belirttiği çürümeyi maalesef yansıtmıştır. Akraba elbette gözetilmeli ama kişisel imkanlarla olmalıdır. Yoksa devlet kaynaklarının ve kadrolarının adaletsiz dağıtımı yolu ile değil. Sürece bakınca bir dönem cennetten arsa tahsis edilirken, şimdilerde “yanmaz kefen”, “kutsal terlik” vb.safsatası yaşanmaktadır. Bu tavır ve cüret hukuk devletinin yaşanılır olmamasındandır.
Böylece şu sonuca varabilmekteyiz. Hukuk kurallarının tek bağlayıcılığıyla, yasaların sürekli hukuka uygun hale getirildiği ve hukuk devletinin normlarının, kurum ve kuruluşlarının yerleştiği düzenler toplumlara refah, huzur ve mutluluğu sağlayacaktır. Hukuk devleti aynı zamanda özgürlüklerin ve adaletin güvencesidir. Diğer din, ahlak, örf ve adet kuralları elbette olacaktır. Ancak, Bardakoğlu’nun ifade ettiği gibi din siyaset, kamusal alan, ticarette kullanılabilir olmayacaktır. Aksi durum, istismarı, riyakarlığı ve dinden de zamanla uzaklaşmayı (soğumayı) beraberinde getirebilecektir.
Dini alan, samimiyet (ihlas) alanıdır. Bir menfaat ve makam telaşı oluşunca aynı zamanda bu alan mutlak zarar görecektir. Hukuk devleti toplumu ahlaklı bir hale dönüştürebileceği gibi, her türlü dini alan özgürlüğü ile dine de samimi (ihlaslı) bir mecra oluşturacaktır.