Kanadalı Marshall McLuhan bilişim, dijitalleşme ve etkileşimli iletişim ile birlikte dünyanın küçük bir topluluk gibi olacağını ilk görenlerden.
İleri sürdüğü “küresel köy” kavramı ise hali hazırda yaygın olarak kullanılmakta.
Mavi gezegenimizin her hangi bir noktasında yaşanan bir olay artık aynı anda tüm dünyanın gündemine girebilmekte.
Dünya eski karalarından ve büyük nüfus toplanma alanlarından çok uzak bir köşede, Güney Pasifik adalarından bir kaçı üzerinde kurulu olan Uzun Beyaz Bulutların Ülkesi Yeni Zelanda’da bir hegemonya örgütlenmesi, senaryosunun küçük bir piyon tarafından sahnelenmesini, tüm dünyaya canlı olarak izletti.
Çoğu zaman olduğu gibi yine garipler hedefe konulmuş ve zulmün edilgen tarafı olmuşlardır.
50 şehit ve 50 yaralı paratoner olmuş olacak ki plan, kurgulayıcıların istekleri doğrultusunda gelişmedi!
Hıristiyan, İslam düşmanlığı ve çatışma yerine tüm dünya insanlarının kardeşliği ve bunun gerekliliği pekişti.
Kuşkusuz bunda Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Kate Laurell Ardern’in içten, şefkatli, insani ve vicdani yaklaşımı esas rolü oynadı.
Ardern’in “Yeni Zelanda bizim evimiz, hepimiz biriz, onlar biziz” cümlesi sadece Yeni Zelanda’da değil tüm dünyada dillere pelesenk oldu.
İnsanlar acı ile kıvranan bu karakterden edindikleri bir anlık intiba ile elinden ve dilinden emin bir karakter vurgusu yapmaya başladılar.
The Guardian’dan, Haaretz’e; The Washington Post’tan, The New York Times’a; BirGün’den, Al Arabiya’ya; Twit dünyasından facebook’a kadar tüm medya platformları “Jacinda Ardern bütün dünyaya gerçek liderlik, dayanışma, sevgi ve sağlam bir kişiliğe sahip olmanın ne demek olduğunu gösterdi.” ortak kanaati etrafında sıralandılar.
İletişim platformlarında
“Dünyanın dört bir yanından övgü yağıyor”,
“Dünyayı kendisine hayran bıraktı”,
“Popülizmden uzak güçlü mesajları ile gösterdiği duygudaşlık ve kapsayıcı tutum ve kararlı liderlik”,…
başlıklarını okuyanlar kimi işaret ettiğini artık çok iyi biliyorlardı.
Esasında onu tanıyanlar için bu asil yaklaşımı sürpriz olmamıştı.
Transparency International Yolsuzluk Algılama İndeksinde 91 puanla şeffaflık ve dürüstlük bakımından tüm ülkeler arasında birinci sırada,
The Legatum Institute Dünya refah düzeyi araştırması sonucunda refah düzeyi en yüksek ülke olarak yine birinci sırada,
Yıllık kişi başına düşen 42.017 dolar ile en yüksek gelire sahip ülkeler arasında,
Dünyanın en güvenli ve çoğulcu ülkelerinden biri addedilen Denizler Ülkesi Yeni Zelanda’nın Başbakanı vasfıyla görev öncelikleri olarak;
Küresel iklim değişimlerine odaklanma,
Ülkedeki nehirlerin yüzülebilirliğinin korunması ve sürdürülmesi,
Çocuklar arasında yoksulluğun ortadan kaldırılması,
Çalışan kadınların hakları,
Parasız temel eğitim, öğrencilere haftalık 50 dolar hibe ve ücretsiz yükseköğretim,
Doğayla uyumlu ve hesaplı konut üretimi,
Filistin ve İsrail arasında iki devletli çözüm,
Maori vatandaşlarına olan duyarlılık,
Ve daha birçok çevre ve insan hakları temelli yaklaşımları 38 yaşındaki bir hanımefendiyi, bir anneyi küresel köyün örnek, kararlı lideri olarak gözler önüne taşımış ve adından bahsettirmişti.
Peki, bu kalitenin alt yapısı nereden gelmektedir?
Dahası sözlerinin ve aksiyonlarının ötesinde, yürürken dahi belirgin olan adımlarındaki vakar ve asaletin kaynağı nedir? (Bknz.:https://twitter.com/ProfDenizEkinci/status/1109015235959181312)
Bu sorunun cevabını Mevlana’nın aşağıdaki ifadelerinde bulabiliriz:
Asalet; boyda değil, soyda
İncelik; belde değil, dilde
Doğruluk; sözde değil, özde
Güzellik; yüzde değil, yürekte olur!
Evet, henüz Avustralya’da Aborjinler; Yeni Zelanda’da Maoriler yerleşik durumda iken Avustralya’ya 1606 yılında Hollandalı kâşif Willem Janszoon; Yeni Zelandayada 1642 yılında Yine Hollandalı Abel Janzoon Tasman adım atmıştır. Ancak Kaptan James Cook’un 1769 ve 1779’daki gezilerine kadar bu topraklar herhangi bir yönetime bağlı kalmamıştır. Daha önce batılı sömürgeciler tarafından Yeni Hollanda olarak isimlendirilen bu lokasyonlardan büyüğü Yeni Güney Galler daha küçüğü ise New Zealand olarak adlandırılır olmuştur.
Avustralya (Terra Australis) ile birlikte hinterlandındaki bu yeni toprakların elde edilmesi Birleşik Krallık bakımından önemli bir sorun için de artık çözüm olmuştur.
18.Yüzyılda Britanya’da yeni sanayi toplumunun doğum sancıları toplumsal çözülme ile birlikte büyük sosyal huzursuzluklara neden oluyordu.
Amerika’nın, Afrika’nın, Güney ve Batı Asya’nın ganimetlerine üşüşen açgözlülere karşı sınır çizenler,
Sanayi devrimi ile birlikte günlük 18 saati geçen ve zor çalışma koşullarına itiraz edenler,
Kadın ve erkeklerin toplumsal eşitliğini savunanlar,
Maden kömürünün yakılmasıyla oluşan hava kirliliğine çözüm arayanlar,
Nehirler kirlenmesin, tarım alanları kaybolmasın diye feveran edenler,
Halkın hakkını sömürenlere karşı hak talep edenler,
Kiliseye ve onun dogmalarına kulak asmayanlar,
Demokrasi, laiklik, sosyal adalet ve insan hakları söylemlerini seslendirenler,
Aydınlar, yazarlar, çizerler, emekçiler artık siyasi suçlu olmuşlardı.
Ayrıca yoksul, kızgın kalabalıklar her yeri kaplamış, ‘yönetilemez’ olmuşlardı.
Bu kişilerin Britanya adasından uzak tutulması artık bir zaruret halini almıştı.
1718’den beri Amerika’daki kolonilere sürgün, Britanya’daki bu suçlular! için bir ceza olarak kullanılmaktaydı ve binlerce kişi, bu sebepten dolayı Amerika’ya gönderilmekteydi. 1783 yılında On Üç Koloninin kaybından sonra Britanya hükûmeti, Amerika yerine bu iş için alternatif bir yer aramaya başladı ve yeni keşfedilen Avustralya ve Yeni Zelanda’ya odaklandı. 1787 yılında bu topraklara gönderilmek üzere yola çıkarılan ilk sürgün edilen siyasi ve diğer mahkûmlar 1788 yılında Botany Körfezi’nde bu ıssız topraklara terk edildiler. Daha sonra Avustralya’dan kaçan mahkûmlar, özellikle 1840 yılından itibaren ise göçmenler Yeni Zelanda’ya sıçramaya başladı. Bu ilk nüfus transferi dalgasında Pasifik adaları yaklaşık 200 bin göçmenin rodinası oldu. Sonraları altın ve diğer zenginlikler için daha fazla nüfus akını gerçekleşti.
Her neyse…,
Geçmişteki bu hikâye uzun ve bir o kadar da hazindir.
Haysiyetsiz bir merhale olarak sürgün ve yerli halkların yaşadıkları, her zaman bu insanların yeni nesillerine genetik ve davranış olarak aktarılan ve böylece taze kalan insanlık dramıdır.
O nedenle,
Neve Te Aroha’nın annesi Buckingham Sarayı’nın koridorlarında ve Commonwealth hükümet başkanları toplantısında Kraliçenin karşısında Kahu huruhuru denilen Maori pelerini ile boy gösterdi.
Britanya’nın havasını suyunu korumak isteyenlerin torunları bu gün yeni toprakların havasını suyunu, çiçeğini, böceğini, insanını korumakla kalmıyor tüm insanlığın onurunu da koruyor.
Mesele bundan ibarettir.
Evet!
Atalarımız boşuna “aslandan aslan doğar” dememişler.