Toplum ve siyasi aktörler uzun süredir Suriyeli mülteciler üzerinden Türkiye’nin göçmen/mülteci meselesini konuşuyor, tartışıyorlar. Toplum bu konuda iki cepheye ayrışmış durumda… Azınlık sayılabilecek bir kesim, insan hakları ve İslami hassasiyetler nedeniyle Suriyeli göçmenlerin hızla rehabilitasyon ve entegrasyon sürecine dahil edilip hak ve hukuklarının korunması; kahir bir çoğunluk diyebileceğimiz karşı kesim de mültecilerin hemen sınır dışı edilip ülkelerine gönderilmelerini savunuyorlar. Herkesin kendine göre ileri sürdükleri, iddia ettikleri, savundukları, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel gerekçeleri var. Ve bu alanda kıyasıya bir tartışma yaşanıyor.
Her meselede olduğu gibi bu konunun da ilmi, ahlaki ve insani boyutları var. Hiçbirimizin indi düşünce ve kanaatlerine dayanarak hüküm vazetmeye hakkı olmasa gerek. Bir insani dram yaşanıyor. Bütün politik mülahazaların ötesinde genel anlamda insanın, daha özelde kadın, çocuk ve yaşlıların hayatı sözkonusu ise oturup insanlık erdemi ile düşünmemiz lazım.
Buraya kadar böyle… Şimdi genel adalet anlayışı çerçevesinde daha yaman soruya gelelim; Mültecilerin hak ve hukuklarını koruyayım derken ülke vatandaşlarının hak ve hukuklarının ne kadar korunup korunmadığına!.. Öyle ya; asıl olan o ince dengeyi koruyabilmenizdir. Dün Türk-İş’in Mayıs ayı açlık ve yoksulluk sınırı araştırma sonuçları açıklandı. Buna göre, açlık sınırı Nisan’da 2 bin 124 liraya ve yoksulluk sınırı 6 bin 918 liraya yükseldi.
Şimdi gelin bu istatistiki veriye göre Türkiye’deki iş gücünün halini değerlendirin. Resmi rakamlara göre %13 işsizliğin yaşandığı bir ülkede bu rakamları konuşmak bile rahatsızlık verici…
Bu verilere göre Türkiye’de nispeten iyi bir kadrodan/göstergeden emekli aylığı alan ben bile yoksulluk sınırındayım. Şimdi hal böyleyken, zaten küçülen pastanın bir dilimini ayırıp mültecilere veriyorum derseniz homurdanmalar başlayacak demektir. Bunu ‘Ensar-Muhacir’ İslami retoriği üzerinden savunamazsınız. Malum bu tür anlayış ve kabuller gönüllülük esasına dayanır. Gelen mültecileri Ensar anlayışıyla karşılayıp vatandaşımızın ekmeğini bölüşmesi bir insani erdemdir. Bu alkışlanacak bir amel/eylemdir. Ancak bu anlayışı göstermeyeni de kimsenin kınamaya, yermeye hakkı olamaz. Hele hele ekonomik sıkıntıların geniş kesimleri iyice bunalttığı bir dönemde…
İşin bir başka trajik boyutunu ifade edeyim; Bırakınız Ensarca davranışı; işverenler, bu mültecileri günlük 40-50 TL yevmiyeyle çalıştırmaktalar. Normal yevmiyenin yaklaşık 150-200 TL olduğu bir ülkede bu fiili durumla iki önemli hukuksuzluğa imza atılmaktadır. Birincisi, hak ettiğinin çok altındaki bir ücretle çalışmaya razı olan mülteci ve diğer taraftan ortalama yevmiye ile çalışmak isteyip iş bulamayan yerli işgücü!.. Buyurun bu problemi ‘Muhacir-Ensar’ edebiyatıyla çözebiliyorsanız çözün!.. Bu siyasi anlayışınızla toplumda adaleti sağlayabiliyor musunuz/sağlayabildiniz mi? Bu haksız ve hukuksuz iş düzeninde mültecilere veremediğiniz haklar için sizlere kinlenirler mi? Yerli iş gücünün, çalışma hakkının bir başkası tarafından gasp edildiğini düşünüp hem devlete ve hem de mültecilere karşı kinlenmesi anlaşılabilir bir şey mi? Şu yaşadıklarımız bu adaletsiz sürecin eseri değil mi?
Bu siyasi, sosyal ve iktisadi iklimde kim haklı, kim haksız olduğunu tartışmanın çok da bir anlamı olduğu kanaatinde değilim. Her vesile ile dillendirdiğim bir şey var; Mülkü ayakta tutan temel orta direği yıktıktan sonra gök kubbeyi ayakta tutma imkanı olamaz. Bugün bu ülkenin ‘adalet direği’ yıkılmıştır. Gök kubbeyi ayakta tutan diğer direkler ve kolonlar da dayanamayıp tek tek yıkılmaktalar. Çoğumuz bu gerçekliği kabul etmenin zorluğu içerisinde palyatif tedbir ve iyileştirmeler üzerinden kıyasıya birbirimizle çekişmekte ve kavga etmekteyiz. Uygulanan siyasi, sosyal ve iktisadi politikaların hiç birisi adaletin incelikleri düşünülerek inşa edilmiyor. Bu durum haliyle farklı alanlarda farklı tezahürlerle kendini belli ettiriyor.
Türkiye’nin Suriye politikası, ilk düğmenin yanlış iliklenmesi gibi sonrasında olup bitenler hep bu yanlış iliklenen ilk düğmenin getirdiği problemler yığınıdır.
Şöyle veya böyle bu insanların insani nedenlerle Türkiye’ye gelmesine izin verdiniz. Allahüalem izin verirken bile halen ‘Emevi Camii’nde namaz kılmak’ gibi bir ütopyanız vardı. Ancak hakka ve adalete ve dahi komşu hukukuna muhalefeten yürüttüğünüz politika sonunda iflas etti ve mülteci yığını elinizde patlamaya hazır bir dinamit olarak kaldı.
Şunu iyi bilin ki, bundan böyle kendi isteğiyle dönebilecek bir azınlık dışında mevcutların çoğu bu ülkede kalacak ve eninde sonunda vatandaşlık hakkı kazanacaklardır. Bu gerçeği böyle kabul ederek ona göre politikalar/rehabilitasyon ve entegrasyon programları geliştirmek varken son günlerde samimiyetsizliğinizin bir tezahürü olarak; ‘Suriyeli mültecileri ülkelerine geri göndereceğiz’ söylemi ‘Ensar-Muhacir’ retoriğinizin üzerine tuz-biber olmuştur. Ve samimiyetinizin test edildiği bir başka konu ise, Suriyeli göçmenleri Avrupa ülkelerine karşı bir tehdit unsuru olarak kullanma ahlakınız…
Bu şartlarda Suriye ile ilgili tüm politikalarınız, söylemleriniz iflas etmiştir. Ve en tehlikeli olan ise, bu yanlışlar ve çöküşler sonunda -Allah Muhafaza- bu ülkede muhacir olarak bulunan mültecilerin can ve mal güvenliklerinin bundan böyle ciddi bir tehlike altında olduğudur. Ve yine eğer bu şartlar böyle devam ederse üç-beş sene sonra bugünün çocukları ve yarının gençleri olacak olan Suriyeli çocukların ülkenin sosyal dokusu için önemli bir tehlike oluşturacağıdır. Bunun farkında olan birkaç gönüllü kuruluşun yaptığı rehabilitasyon programları da olmasa çok daha derin problemlerle yüzleşeceğiz demektir.
Evet, yine kalın harflerle mevcut iktidara sesleniyorum; Yürüttüğünüz tüm politikalar iflas etmiştir. Size düşen daha fazla insan haklarına girmeden, vebal yüklenmeden elinizdeki emaneti iade etmektir; umulur ki, daha iyilerine nasip olur da bu ülkenin insanı rahat bir nefes alır ve yeniden bir restorasyon süreci yaşanır!..