İktidar taraftarları daha önce İstanbul ve şimdilerde Ankara’da sergilenen teknofest üzerinden bir PR çalışması yürütmektedirler. İktidar yüklü harcamalardan çekinilmeyen büyük reklam kampanyalarıyla bu faaliyeti duyurup en azından kendi seçmenini motive edebilme gayretinde.
Elbette bir ülkenin savunma sanayii ve kendini güvene alma çabası önemlidir. Dünyadaki tüm ülkeler buna çok büyük harcamalar yapmaktadırlar. Bizde de olması doğaldır.
Savunma sanayii niçin önemli? İç ve dış güvenliği sağlamak için. Peki, iç ve dış güvenliğin sağlanması sadece silahlarla mı mümkün? Elbette hayır! Bir toplumun yaşaması, varlığını idame ettirebilmesinde silahlanmadan önce hukuk, ahlak, ekonomik refah ve bunların sonucu olarak toplumsal barışın sağlanması önem kazanmaktadır. Varlığını idame edebilmesinin en önemli ayağının ise adalet ve ahlak olduğu ortak aklın kabulüdür. Bunu en yüksek seviyede idrak edenlerin de müslümanlık iddiasına sahip olanlar olması beklenir. Dinlerin kutsal kitapların muhtevasında yer alan iddiası budur. Samimi din bağlılarının kitabın muhtevasından anladıkları da budur. Toplumsal ilişkilerin hukukileşmesi, ahlakileşmesi beraberinde ekonomik ve sosyal refahı ve mutluluğu getirecektir. Devletin bekası da buna bağlıdır.
Bugün bu anlamda toplumumuzun halini uzun uzun izah etmeme gerek olmamakla birlikte durumu kısaca şöyle özetlemek mümkün:
-Hukuk düzeni önemli ölçüde zedelenmiş, zayıflatılmıştır. Kuvvetler ayrılığı yerine yasama, yürütme ve yargı tek iradede toplanmıştır. Perinçek’in tabiriyle “hukuk, siyasetin köpeği” haline getirilerek siyasallaştırılmıştır.
-Hukuk ile ahlak birbiriyle örtüşen kavramlardır. Hukukun olmadığı, gözetilmediği bir yerde ahlaktan bahsetmek abesle iştigaldir.
-Hukukun, ahlakın zayıfladığı, çürüdüğü bir toplumda olumlu hiçbir gelişmenin olmayacağı sosyal bir yasadır. Dolayısıyla bu sıkıntılarla, hastalıklarla malul olan bir toplumun her türlü sosyal ve ekonomik sefaletle karşı karşıya kalması beklenen bir sonuçtur.
Bu ölçüleri bugünkü toplumumuza ayna olarak tuttuğumuzda ifade ettiklerimden farklı bir görüntü yansımayacaktır.
Son dönem Osmanlı sadrazamlarından Said Halim Paşa da Osmanlı’nın yıkılış sürecini bu amillere bağlamaktadır. Başta Osmanlının aydın ve yöneticileri olmak üzere halkın sosyal ve ahlaki anlamda yozlaşmasını ve çürümesini devletin yıkılışının en önemli sebepleri olarak zikreder.
Evet, bu toplum bugün gerçek anlamda bir varlık ve beka meselesiyle karşı karşıyadır. Bunu görmemek, duymamak, akletmemek için kör, sağır ve akılsız olmak gerekir.
En kötüsü de o toplumun içindeki aydınlar, kanaat önderleri sayılabilecek insanlar, din adamları halkı hak, adalet, ahlak mevzularında aydınlatmıyorlarsa, uyarmıyorlarsa, doğru yöne yönlendirmek anlamında yeterli düzeyde inisiyatif alamıyorlarsa, sessizliğe gömülmüşlerse o toplumun yıkımı mukadderdir.
Hukuksuzlukla, yoksullukla, açlıkla, barınma problemiyle karşı karşıya olan bu toplumu asli meseleleri üzerinde düşünceye sevk etmek, uyarı ve önerilerde bulunmak da aydınlara ve siyasal muhalefete düşmektedir.
Bu kadar trajik bir tabloyla karşı karşıya bulunan bir toplumu savunma sanayiini geliştirerek koruyabileceğini düşünen bir akıl hakikate karşı kör ve sağır demektir. İsterseniz dünyanın en güçlü teknolojik silahlarını üretin, yukarıda ifade ettiğim anlamda bir hukuksal, sosyal, ekonomik dönüşüm ve gelişme yaşanmadan o toplumu sadece savunma silahlarıyla bir arada tutamazsınız, yaşatamazsınız.
Bugün PR’ini yaptığınız ve ürettiğiniz iddiasında bulunduğunuz pek çok ürün hususunda da halen bu toplumda bir güvensizlik var. Çünkü bugüne kadar çoğu boş çıkan öyle iddialarda bulundunuz ki neticede toplumun büyük çoğunluğu sözlerinize, gösterdiklerinize tereddütle bakmaya başladı.
Bütün bunlara rağmen iddia ettiklerinizin hepsi doğru olsa bile vatandaşın size soracağı soru şu olur: Gelişmiş ekonomilere sahip ülkeler dev sanayileriyle sizin ürettiklerinizden daha gelişmiş silahlar üretiyorlar. Onlarla bu şartlarda yarışmanız mümkün mü? Hem bugün için ülkelerin güvenliğini, o ülkenin hukuk düzeni, ekonomik refahı, o refahın toplumdaki adil dağılımı ve bu anlamdaki iç barışı belirliyor. Toplumların bu dinamikleri güçlü olduğu nispette o toplumun iç ve dış güvenliğini önemli ölçüde garantiye aldığı söylenebilir.
Yanlış anlamanın önüne geçmek adına şunu bir daha tekrarlıyorum: İfadelerimden şu anlaşılmasın lütfen: Teknolojik alet, edevat ve silahların önemsizliğinden bahsetmiyorum.
Bunlar elbette önemli ama sadece ehem-mühim sıralaması yapıyorum. Dediğim gibi dünyanın en güçlü silahlarına da sahip olsanız, iç barışınızı, refahınızı gerçekleştirmediyseniz toplumunuzu güvenlik şemsiyesi altına aldığınızı iddia edemezsiniz.