Özal hükümetleriyle başlattığımız yazı serimize, Ak Parti Hükümetleri ile olan ilişkileri bağlamında devam ediyoruz.
Ancak Ak Parti’ye gelmeden önce partinin kurucu kadrosunun eski siyasal mücadelesi ile ilgili kısa bir hülasa yapalım; bugünleri daha iyi anlamak ve anlamlandırmak adına…
Milli Nizam Partisi ile başlayan bir siyasi yürüyüşün hormonal meyvesidir Ak Parti.
Malum, Odalar Birliği Başkanlığını yürütürken siyaset yapma arzusunda olan Merhum Necmettin Erbakan bu tercihini Demirel’in Adalet Partisinde hayata geçirmek istedi. Adalet Partisi buna olumlu bir karşılık vermeyince, 1969 yılında bağımsız olarak girdiği seçimde Konya’dan Milletvekili seçildi. Bunu müteakiben N. Erbakan, arkadaşlarıyla birlikte 24 Ocak 1970’de Milli Nizam Partisini kurdular. Ancak Anayasa Mahkemesi, 20 Mayıs 1971’de, partinin “Laik devlet niteliğinin ve Atatürk devrimciliğinin korunması prensiplerine aykırı olduğu” gerekçesiyle partiyi kapattı. Bunun üzerine Erbakan, arkadaşlarıyla birlikte Milli Selamet Partisini (MSP) kurdular. 12 Eylül darbesi sonrasında kapatılan MSP’nin mevcut kurucu kadrosu, bu sefer Refah Partisi (RP) ile yollarına devam ettiler.
Eski siyasetin süreçlerinden gayri memnun olan kesimler yeni bir arayışın içerisine girmişlerdi. İslami mahalle mukimleri arasında da yetişmiş insan gücü artık daha verimli, daha etkili siyaset uygulamaya başlamışlardı. 1991’de muhafazakar mahallenin üç siyasi partisi (RP-MÇP-IDP) işbirliği yaparak seçimlere girdi ve önemli bir siyasal başarı gösterdiler. Bu ittifakın doğurduğu siyasal iklimi iyi kullanan RP, bir sonraki seçimde tüm rakiplerini geride bırakarak birinci parti konumuna gelmişti ve yeni kurulan hükümetin kurucu aktörü olmuştu. Ve dolayısıyla N. Erbakan’da Başbakan olmuştu. O güne kadar kurduğu iki siyasi partisi kapatılan Necmettin Erbakan artık Türkiye’nin Başbakanıydı.
Şimdi burada bir nefes alalım ve Necmettin Erbakan’ın 1995 seçimleri öncesinde basına yansıyan ve çok kimsenin dikkatini çekmeyen anlamlı bir beyanını paylaşmış oylayım. Mealen şunları söylüyordu;
“Şimdiye kadar bizi iktidar etmemek için ellerinden geleni yapanlar bugünlerde bizi iktidar etmek için acele ediyorlar.”
Muhtemelen toplumun büyük çoğunluğu, Erbakan Hoca’nın o beyanını spontane bir espri olarak değerlendirerek üstünde fazla durmadılar. Çok sonraları anladık ki, aslında Erbakan kurulmakta olan tezgahı / tuzağı fark etmişti.
Neydi o tuzak?
Bugüne kadar muhalefette kalıp, yolsuzluk ve adaletsizlikler sonucunda boğulmakta olan halka daha adil, daha hakça bir bölüşüm vaadinde bulunan ve bunu da mahalli idarelerde az çok pratize eden RP’ye yol verilmeli, iktidar kapısı aralanmalı ve orada önüne engeller çıkartılıp, iş/icraat yapamaz hale getirilip iktidarda boğdurulmalı… Ve dahi, RP üzerinden bu mahallede siyaset yapan veya yapma arzusunda olan herkese şu mesaj verilecekti; “müesses nizama aykırı siyaset üreteceklere siyaset hakkı yoktur. Bunu unutun.”
Şimdi kaldığımız yerden devam edelim;
Müesses nizamin sahipleri 1995 seçimlerinin siyasal sonucu üzerine biraz önce Erbakan Hocanın endişesi olan süreçleri işletmeye başladılar. Bütün engellere rağmen RP iktidarının direncini kırmaya güçlerinin yetmediğine kanaat getirince de her zamanki rutini uyguladılar. Geleneğin iktidara taşınan partisi de öncekilerin akıbetine uğradı ve AYM tarafından yine aynı gerekçelerle kapatılmış oldu. Bunun üzerine Fazilet Partisi ve onun da kapatılması sonrasında ise Saadet Partisi kuruldu.
Bu kapatılma ve getirilen yeni siyasi yasaklarla artık şu mesaj verilmişti; Sizler siyasi çoğunluğu elde etseniz de bizler size siyaset yapma imkanı vermeyeceğiz. Tabana da bu düşünce empoze ediliyordu; “Bu kafayla bir adım ileri gidemezseniz. Dolayısıyla kafayı değiştirmeniz lazım.” Bu kafa meselesi sonradan gömleğe dönüşmüştü. Yani çıkardığımız eski ‘Milli Görüş gömleğini’ artık giymeyeceğiz” taahhüdü…
Evet, Erbakan’ın endişesi gerçekleşmişti. Artık o geleneksel siyaset anlayışı üzerinde cerrahi müdahale başlamıştı.
Erbakan’ın siyaseti üzerinde ameliyat yapmaya niyetlenen siyaset mühendisliği milli görüş geleneğinin çekirdeğinde siyasete başlamış ve zirvesinde İBB Başkanı olma başarısını ortaya koymuş Recep Tayyip Erdoğan karizması üzerinden bir mühendislik çalışması yapıldı. Netice’de yapılan ameliyat sonucunda parti içerisinde ‘yenilikçi’ diye isimlendirilen muhalif bir damar çıkarıldı. Bu damara enjekte edilen fikir şu idi; “Erbakan Hoca’nın politika yapma usul ve esası ile müesses nizam bize iktidar etme imkanı vermez. O halde artık merkez siyasete yaklaşıp iktidara yürümek lazım. Erbakan Hoca ve yol arkadaşlarıyla bu süreç geçilemez.” Bu damarı yerli ve uluslararası güç odakları da beslediler, destek verdiler. Muhtemelen onlar da geçmişi tekrarlamamak adına bir takım taahhütlerde bulundular. Böylece İBB ile başlayan başarıyı genel yönetime taşıma dönemi başlayacaktı.
R.T. Erdoğan, ağırlıklı eski Milli Görüş kadrolarıyla başlattığı ve merkez sağdan transfer ettiği siyasetçilerle merkez sağa oynamaya başladı.
Bir defa başlarken klişe beyanları; “Biz artık milli görüş gömleğini çıkardık.” Bunu gerek dışarıdakiler ve gerek eski yuvada kalan Saadet kadroları şöyle yorumladılar veya tevil ettiler; Ak Parti artık milli görüş geleneğinin “İslamcı siyasetini” sürdürmeyecek. Onun yerine laisizmle barışık sağcı, muhafazakar liberal bir siyaset güdecekler… Ki Erbakan Hoca daha da ileri gidecek iddialarda bulunacak…
Evet, R.T. Erdoğan Liderliğindeki balon şişirilmiş ve uçurulmuştu. Beynelmilel örgüt ve lobilerle ilişki ve kontak kuracak adamlar tespit edilip, görev verilmişti. Böylece ABD, AB ve etkili Yahudi lobileri nezdinde meşruiyet referansları aranıp, bulunmuştu.
Neyse, mevzunun ana teması, Ak Parti’nin kuruluş tarihçesi olmadığı için bu girizgahı burada noktalayıp, siyaset etme biçimine gelelim.
Yazmaya devam edeceğiz inşallah…
Not. Bu yazı dizisindeki amacım partileri analiz etmek değil, sadece İslami kesimin partiler ile kurdukları ilişki biçimi ve ondan hasıl olan toplumsal yozlaşmayı, savrulmayı izah etmektir. Dolayısıyla eğer birileri ‘neden Erbakan siyasetini analiz etmediniz?’ diye sual ederse, cevabım şudur; Erbakan Hoca’nın tek başına bir iktidarı yok. Birisi Türkiye’nin en çalkantılı sürecinde Ecevit’le kurdukları küçük ortak koalisyonu ve diğeri de yine Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden biri olan 1990’lı yıllarda DYP ile olan kısa koalisyon iktidarıdır. Onun için de Erbakan Hocanın siyasetini bilinçli olarak değerlendirme dışı bıraktım; Sağlıklı bir değerlendirmede bulunamayabilirim endişesidir.