Eskiden tvitır ve şimdilerde X denilen hesabımın başında, “Suni gündemlerinize ve tuzaklarınıza düşmemeye; akıl, vicdan, irfan ve hikmetle gerçeği aramaya devam edeceğime ahdim vardır!..” cümlesi yıllardan beri sabittir. Bu ahdime bugüne kadar sadık kalmaya çalıştım.
Sosyal medyada bulunmamın sebebi de gerek iç kamuoyundan ve gerekse küresel dünyadan estirilen suni rüzgarlara kapılmadan insanımızın / insanlığın temel problemlerini magazinleştirmeden vicdanlara duyurmak, dayatılan her türlü suni ajandaya itibar etmemek, direnmektir.
Bugünlerde bu acıyı daha çok yüreğimde hissediyorum. Gittikçe temel insani sapmalardan, savrulmalardan, çözülmelerden kaynaklanan problemleri konuşmak yerine onların doğurduğu tali çıktılar üzerinden tartışıyor, sosyal medyada tamamen birer magazin malzemesi olarak işlenip zihinlere esas sorun olarak zerk edilen mevzularla birbirimizi yiyip bitiriyoruz.
TV’lerle birlikte yüzlerce YouTube kanalında her gün oluşturulan gündemler üzerinden binlerce farklı yorum serdedilmektedir. Bu yorumlar sayesinde insanın hayvani ihtiyaçlarına, enfüsi duygularına ustaca hitap eden ve insanı asli meselelerinden uzaklaştıran profesyonel çarpıtıcılar zihinleri iğfal etmektedirler.
Öyle ki, bu yoğun bombardımanın tesiri altında kalanlara ne kadar dokunsan da, onları ne kadar silkelesen de, teslim oldukları haleti ruhiyeden azad etmek mümkün olmuyor.
Çoğunlukla işlenen dini, etnik, ideolojik asabiyeler ile cinsiyet farklılıkları gibi primitif mevzular müzakere edilirken bunları etkileyen, tetikleyen unsurların ilmi, ahlaki bir sorgulamadan geçirilmeden sadece ne kadar etkileşim alınacağı kaygısıyla hareket edildiği programlarda bir hakikat / gerçeklik arayışı söz konusu olamaz. Bu programları hazırlayanların dertleri yaptıkları yayınların ne kadar etkileşim alacağı ve bundan nasıl, ne kadar kazanacakları olduğu için hakikati hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeden aramaları ve bulduklarını dillendirmeleri mümkün değildir.
Akıllarını, hafızalarını, şiarlarını, hedeflerini his istismarcılarına kaptırmış olanları uyandırmak zor olsa da imkânsız değildir. Biliyoruz ki, insan değişen bir varlıktır, düşüncelerinin istinat ettiği temeller, kavramlar değiştiğinde insan da değişir. Kur’an’ın ifadesiyle, insanın düşünce dünyasını basitleştirdikçe insan alçalacaktır, düşüncesini, tefekkürünü yükseğe çektikçe insan yücelecektir. İnsan düşünen bir varlık ama bir makine, bir elektronik cihaz değildir. Onun için de içinde yaşadığı beşerî iklim çok önemlidir. İnsanın düşünce dinamiklerinin değişmesi hem sebep hem de sonuçtur. Bu dinamikler değiştiğinde şahsiyetin inkılabına nasıl yansıdığını görmek mümkündür. Toplumun sosyal yapısını insanileştirdiğimiz ölçüde o toplum yücelecektir, dış dinamiklerin menfi etkileme çabalarına karşı uyanık olacaktır.
Bugün toplum ekonomik şartların baskısı altında sağlıklı düşünebilme, karar verme yetisini önemli ölçüde kaybetmiştir. Para, sermaye, artık insan ihtiyaçlarının bir tatmin vasıtası veya bir değişim aracı; mevki ve makamlar sadece temsil yerleri olmaktan çıkıp adeta kutsallaşmış, insanın efendisi olmuştur. Bu durum bize insanlığımızı unutturmuş, yaratılmış şerefli bir varlık olduğumuzu idrak edecek yerde adeta “homo economicus” (ekonomik insan) derekesine indirgemiş durumda. İnsan ve müslüman olduğumuzu sadece sıkıntıya düştüğümüz, bir tehlikeye maruz kaldığımız, hastalandığımız zaman hatırlayabiliyoruz. İşte bu yüzden beşerî iklimin toplumu getirip bıraktığı kara , ağzına gelen herkesi un-ufak edip yutan bir deliğin içine düşmek üzereyiz.
Ekonomik şartlar beşeri ilişkileri (muamelatı) o kadar ağırlaştırdı ki, neredeyse insanlar arasındaki her muamele ekonomik bir alıverişe döndü. Adeta “Sana bir şey verebilirim, ikram edebilirim ama karşılığında ne alabilirim” düşüncesi normalleşti. Bu iklimde asil düşüncelere yer kalmamış, fedakarlığın, feragatin esintileri yok olmuş, adeta her şey sadece bir kaba alış-verişe indirgenmiş duruma geriledi.
Tabiidir ki aynı zamanda yüce fikirlerin konuşulması, müzakere edilmesi de imkansız hale geldi. Bu durumu sosyal medya paylaşımlarıma gelen etkileşimlerde de görüyorum. Bu tür ciddi mevzulara ilginin ne kadar azaldığını, günlük politika veya magazinel mevzulara rağbetin, ilginin ne kadar çok arttığını görmek için sosyal medya iyi bir ayna vazifesi görüyor.
Ekonomik krizle birlikte toplumun yaşadığı güvensiz iklim insanları diğerlerine karşı itimatsız / güvensiz kıldı. Hatta bu durum öyle bir seviye ulaştı ki, -hâşâ- Allah’a itimatsızlığa kadar dayandı. Bugün bunun onlarca numunesine şahitlik ediyorum. İnsanlar sağlıklı düşünebilme yetilerini kaybettiler. Gelecek ile ilgili umutlarını yitirdikleri için kumara meyyal hale geldiler, herhangi bir bedel ödemeden, fedakarlığa katlanmadan arzularına, iştahlarına kavuşmayı arzulamakta, kendi geleceklerini inşa etme konusunda isteksiz, kurtuluşu gökten inecek bir mucizeye bağlamış durumdalar.
Bu sosyal iklim uhrevi atmosfere ulaşmanın önünde de önemli bir engeldir. Bugüne kadar bağlandıkları, umutlarını teksif ettikleri her kim varsa onları aldatmıştır. Onun için insanlara itimatları da kalmamıştır. Hayal kırıklıkları, kopkoyu umutsuzluk onları çocukça umutlar arasında bocalamaya itmiştir. “Başımıza bunu getirelim, belki bizi kurtarır, olmadı şunu getirelim belki o kurtarır” gibi… İşte tam da bu atmosferde bu özlemleri, bu iç güdüsel arzuları istismar edecek partiler çıkıyor karşılarına. Bugün bu ülkede 170 partinin olması da bunun bir karinesidir. İnsanın umutsuzluk çukurundaki çırpınışların ulaştığı bir sondur bu.
İşte tam da burada sözü, bu kopkoyu umutsuzluğun hüküm sürdüğü bir toplumda adanmış ruhlar ne yapabilirler sorusuna getirelim.
Çıkar simsarların oluşturduğu gündemlere itibar etmeyerek, o tuzaklara düşmeyerek akıl, vicdan, irfan ve hikmetle gerçeği aramayı, sevgi, fedakarlık, kurtuluş müjdeleri içeren cümlelerle topluma uzanmayı hedeflemek asil bir düşünce ve aksiyondur. İnsan mekanik bir varlık değildir, zihinsel melekelerine bulaşmış virüsler temizlendiğinde gözlerini, kulaklarını hakikate açacaktır. Öncelikle insanı kendi üzerinde düşünmeye sevk edecek uyarıcılara, bu uyarıcıların da tabir caizse birer anestezi uzmanı ustalığıyla, profesyonelliğiyle işlerini yapmalarına ihtiyaç var. Aksi halde -Allah muhafaza- bizler de onların umutsuzluk dünyasında zavallı birer alternatif olarak kalabiliriz. Ve onların geleceklerini hastane köşelerine, psikiyatri kliniklerine havale edebiliriz.
İnsanın hayatında yeni bir inkılabı hedefleyeceksek öncelikle sosyal atmosferi ıslah etmekle işe başlamalıyız. Ülkenin gündemini suni ajandalardan arındırıp insani savrulmalarımıza, çürümüşlüğümüze, yozlaşmamıza dikkat çekmeliyiz, bir uyandırma süreci başlatmalıyız, bir kurtuluş olacaksa böyle olacak diye düşünürüm, umut ederim, aksi taktirde oturup kıyametimizi bekleriz.

