Allah Resulü âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Ve Onun vasıtasıyla insanlığa duyurulan dinin adı da ‘Barış’dır (Silm/İslam).
Allah Resulü asla savaşı arzulamamıştır. Elini hep barış için uzatmıştır. Hatta öyle ki, savaşı (kıtal) çağrıştıracak kelimelerden bile hoşnut olmamıştır. Bu isimlerin çocuklara verilmesini uygun görmemiştir. Hz. Ali ilk doğan çocuğuna ‘harp’ ismi koymak isteyince Hz. Peygamber uygun görmemiştir.
“Fakat onlar yüz çevirirlerse, sana düşen yalnızca apaçık bir tebliğdir.” (Nahl 82) ayetinin gereği bağlamında, O, davasını öğütle, delille, ikna yoluyla ve vahiy okuyarak muhataplarına duyurmuş ve onları ‘barış dinine (İslam)’a davet etmiştir.
Onun etrafında kümelenen insanların hiçbirisi zor kullanılarak safa katılmış değildir. Barışa / sulha / adalete susayanların tabii olarak buluştukları bir merkez olmuştur.
Barış, sevgi ve rahmet peygamberi olan Hz. Muhammed (asm), Mekke döneminde kendisine ve Müslümanlara uygulanan insanlık dışı muameleye, işkenceye, katle varan zulümlere rağmen onlara aynıyla karşılık vermemiştir. Arkadaşlarının ısrarla istemelerine rağmen onlara savaş izni vermemiştir.
Mekke döneminde inen ayetlerle Allah, Peygamberine ve bağlılarına sürekli sabır tavsiye etmiştir.
İnananlara hitaben ‘hep birden barışa girmeleri’ emredilmektedir. (Bakara:208). Eğer başkaları barışa yanaşırlarsa Hz. Peygamber’den de barışa yanaşması istenmektedir. (Enfal: 61)
Müslümanlar, maruz kaldıkları işkencelerden şikayet ettiklerinde Hz. Peygamber onlara “Sabredin, ben savaşla emrolunmadım.” buyurarak onlara sabırlı ve metin olmayı öğütlemiştir.
Temsil ettiği davanın egemen olacağı topraklarda barışın ve güvenliğin hüküm ferma olacağını şu sözleriyle müjdeliyordu;
Medine’ye gelip Müslüman olan Adiy b. Hatim’e hitaben:
“Allah’a andolsun ki, çok sürmez bir kadının Kadisiye’den (Irak’ta bir yerleşim yeri) devesinin üzerinde yalnız başına çıkıp Kabe’yi ziyaret edinceye kadar Allah korkusundan başka hiç bir korku duymayacağını işiteceksin.”
Allah Resulü bu ifadeyle, gelecekte bölgede oluşacak güvenlik kuşağını işaret etmiştir. Ve aynıyla dediği çıkmıştır. Bugün bir kadının tek başına Umreye veya Hacca gitmediğini düşünerek dünle bugünü kıyaslayın!..
Şimdi barışın ve adaletin paratoneri olan Hz. Muhammed’in (sav) dünya insanlık tarihine geçmiş büyük barış anlaşmasına getirelim sözü;
Malum, Bedir ve Uhud muharebelerinden sonra stratejik üstünlük artık Müslümanların lehine yavaş yavaş dönmeye başlamıştı.
Allah Resulü, kendisi ve arkadaşlarının Kabe’ye doğru bir yolculuk yaptığını rüyasında görür ve bunu Allah’ın muradı olarak düşünür ve bu yolculuğa karar verir. Medine ve çevresindeki insanlara duyuru yapılır; gitmek isteyenlerin yol hazırlığı yapmaları tembih edilir.
Yaklaşık 400 kişiyle yola revan oldular; Medine çevresindeki insanlardan kimse cesaret edip yoluculuğa iştirak etmediler. Çünkü onlar bu gidişi çok tehlikeli görüyorlardı. Peygamber ve arkadaşlarına diş bileyen Mekkelilerin mutlaka bir saldırı da bulunacaklarını düşünüyorlardı. Onun için de cesaret edemediler. Münafıklar da bu iklimi beslediler.
Evet, kaç sene sonra Mekke’ye gidiyorlardı; Kabe sevdası burunlarında tütüyordu. Hazırlıklarını yapmışlar, yanlarına kurbanlıklarını almışlar, heyecanla, hevesle ilerliyorlardı. Niyetlerinin barış olduğunu göstermek için de yanlarına yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah da almamışlardı. Buna rağmen durumu öğrenen Mekke aristokrasisi Müslümanların Mekke’ye girişlerini önlemek için ellerinden geleni artlarına koymama kararındaydılar.
Arapların katı olarak bağlılık gösterdikleri ‘Haram Aylar’ geleneğini çiğnemek pahasına da olsa Allah Resulünün konakladığı yere baskınlar yaparak Onu ve arkadaşlarına tahrik etmek isterler. Onların barış için değil, savaş için geldiklerini çevreye kabul ettirmeleri için ellerinden gelen tüm tahrikleri yaptılar. Buna rağmen başarılı olamadılar ve sonunda Hz. Peygambere elçi göndererek barış teklifinde bulundular. Daha doğrusu zevahiri kurtarmaya çalıştılar. Ve uzun müzakerelerden sonra İslam tarihinin ve belki de insanlık tarihinin ilk kutlu antlaşması olan ‘Hudeybiye Barış Antlaşma’ imzalandı
Bu antlaşmaya göre, Müslümanlar umre ziyareti yapmadan geri dönecekler ve gelecek sene yine aynı vakitte ‘Mekke’ye ziyaretlerini yapabilecekler.
Antlaşmanın maddeleri ve özellikle de ikinci maddesi Müslümanların aleyhine görünüyordu. İkinci maddeye göre, ‘Mekke’de ikamet eden birisi Müslüman olup da Medine’ye gelip Müslümanlara sığınacak olsa tekrar Mekke’lilere iade edilecek, ancak Müslümanlardan birisi dininden çıkıp Mekke’ye sığınacak olsa geri iade edilmeyecek.’ Bu tür şartlara havi antlaşmaya sahabe büyük infial gösterdi. Şartların Müslümanların aleyhine olduğunu, üstünken neden bu şartlara razı olunduğunu Hz. Peygamber’e sordular. Hatta Hz. Ömer de dahil olmak üzere bir gurup sahabe pasif bir direniş gösterdiler. Hz. Ömer, Hz. Peygambere ‘Sen Peygamber değil misin? Nasıl bu zillet antlaşmasına imza atarsın? Gelin savaşalım, Mekke’ye girelim’ diyebilmiştir.
Bütün bunlara rağmen bir Peygamberin ne diyeceğini beklerdiniz; ‘Ben peygamberim, sizden daha iyi bilirim bu işleri…’ demiş olsaydı bir gariplik olur muydu? Veyahut arkadaşlarına çıkışıp; ‘Siz bir Peygambere nasıl böyle davranırsınız?’ demiş olsaydı haksız olur muydu? O Allah Elçisi bunların hiçbirisini iltifat etmedi. Onlara çıkışmadı. Üzüldü ama onları daha çok üzecek bir çift söz söylemedi. Sessizliğinden de anlıyoruz ki, gördüğü rüyanın dışında Allah’tan gelen bir vahiy sözkonusu değil. Gördüğü rüya ve Peygamberlik fetaneti/sezgisi ile karar kıldığından dolayı sessiz kalmayı tercih etmiştir. Arkadaşlarının içerisine düşmüş oldukları psikolojik travmayı anlıyor ve her ne kadar Allah’ın yardım ve inayeti ile antlaşmanın süreçlerinin Müslümanların lehine döneceğine dair rahatlatıcı, teskin edici telkinlerde bulunmuşsa da bunun dışında onları rehavete sevkedici bir umut aşılaması da yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen sahabe arzu edilen anlamda teskin olmamıştı.
Ve dönerlerken Allah’tan büyük bir müjde aldılar;
Doğrusu Biz sana apaçık bir fetih verdik. (Fetih:1)
Evet, Fetih suresinin müjde veren ayetleri inmeye başladı. Kulların yenilgi / mağlubiyet antlaşması gibi gördükleri bir sulhnamenin nasıl bir fetih olduğunu hemen sonrasında meydana gelen gelişmelerden anlıyoruz;
1.Müslümanlar bu antlaşmayla ‘muhatabiyet’ kazandılar. O güne kadar Arap coğrafyasında, ‘Kureyş aristokrasisine başkaldıran, isyan eden bir örgüt gibi kabul ediliyorken, ilk defa eşit statüde antlaşma masasına oturmakla bir güç, bir taraf olduğunu kabul ettirmiş oldu.
2.Hemen ertesi yıl yapılan ‘Umre’ ziyaretinde Mekke’de büyük bir psikolojik üstünlük elde ettiler. İlk defa Mekke’liler nasıl bir güçle muhatap olduklarını anladılar ve yaşadıkları bu psikolojik yılgınlık onları daha sonraki aşamalarda barışçıl bir şekilde ‘teslim’ olmak zorunda bıraktı.
3. Müslümanlar için antlaşmanın en sıkıntılı maddesi olan ‘karşılıklı mübadeledeki eşitsizlik, adaletsizlik’ kısa zamanda Müslümanların lehine sonuç doğurmaya başladı. Medine’ye kabul edilmeyen yeni Müslümanlar, Mekke ile Medine arasında, ticaret kervanlarının seyrüsefer yaptıkları bir mahalde toplanmaya başladılar. Belli bir sayıya eriştikten sonra da oradan geçen Mekke ticaret kervanlarının yollarını kestiler ve engellemeye çalıştılar. Bu durumdan bizar kalan Mekke’liler Antlaşmanın imzalanmasından 18 ay sonra Hz. Peygamber’e elçi göndererek bu maddenin iptal edilmesini teklif ettiler ve sonuçta o bölgede toplanan gençlerin Medine’ye kabul edilmesini talep ettiler. Ve neticede orada toplanan ciddi bir genç topluluk Medine’ye geldi.
4.Çevredeki Arap kabileleri ile serbestçe ilişkiler ve ittifaklar kurulmasının önü açıldı. Böylece Hz. Peygamber bu fırsatı değerlendirerek çoğu Arap kabileleriyle anlaşmalar ve ittifaklar tesis etti.
5. Antlaşmanın 10 yıllık bir süreyi kapsıyor olması Medine Müslümanları açısından önemli bir rahatlama getirmiştir. İlk defa bölgesinde savaşsız bir barış süreci teneffüs edecekti. Bu neyi sağlayacaktı? Müslümanlar için ‘gönül/yürek’ fethi için bir imkan aralığı oldu. Zaten kemal fetih de ‘yürek fethidir.’ Allah’ın dininin mesajının ulaşmadığı bir insan bırakmamaktır. Ve öyle de oldu. Şartları son derece verimli kullanan Peygamber ve arkadaşları hemen dış dünyaya yöneldiler. Devletlerin yöneticilerine dine davet mektupları gönderdiler. Komşu diyarlara elçiler ve muallimler göndererek dinlerini tebliğ etme ve eğitme imkanı buldular.
Evet, işte Allah’ın Fetih Suresiyle haber verdiği müjde çok kısa bir zaman içinde adım adım gerçekleşiyordu. Antlaşma süresi içerisinde Müslümanlığı kabul eden insan sayısı o güne kadar kabul edenlerin üç katına çıktı. Yani barış sürecini son derece verimli kullandılar.
Ve sonuçta, antlaşmayı bozan taraf olmadı. Mekke’liler tek taraflı olarak antlaşmayı feshettiler.
Evet, neticede barışın başlattığı fetihler tek tek gerçekleşiyordu. ‘Mekke’nin savaşsız, kansız teslimiyle ‘Kemal Fetih’ gerçekleşmiş oldu.
Ve nihayetinde Mekkeli zalimler 10 yıl süre için aktettikleri antlaşmayı yaklaşık iki yıl sonra tek taraflı feshediyorlardı. Ve akabinde umre için Mekke’ye giriş izni verilmeyen Müslümanlar iki yıl sonra büyük bir coşku ve heyecanla büyük fethi gerçekleştirirler.
Evet, süreçten anlıyoruz ki, Allah Resulü ister fetanetinden olsun, ister öngörü genişliğinden olsun, isterse gördüğü rüya nedeniyle kalbine doğan ilhamın neticesi olsun, O, o andaki arkadaşlarına ve onlardan sonra gelecek olan bağlılarına bir örneklik bırakıyordu. Eğer, neticesi ciddi bir barışa hizmet edecekse şartları aleyhinize gözüküyor olsa bile siz yine de barışı tercih edin. Çünkü siz Allah’a inanıyorsunuz. Allah’ın dini İslam’dır. İslam’da barıştır. İslam öldürmeyi değil, yaşatmayı hedefler. Kamil bir mümin, kimseyi cehenneme değil, elinden gelse herkesi cennete götürmeye heveslidir.
Evet, daha önceki yazılarımda da ifade ettiğimi tekrarlamış olayım; Her samimi adalet ve barış arayışının sahibine, Allah zafer kapılarını açar. Arızi sıkıntılar yaşasalar da eninde sonunda büyük mükafata erişirler.
Bu vesile ile bu dinin mensupları olarak gelin başımızdaki bu musibet ve içinde bulunduğumuz garip Ramazanı fırsat bilip, Peygamberin arkadaşlarının her Ramazan ayında yaptıkları gibi helalleşelim. Bugüne kadar şu veya bu sebeple düşman/öteki gördüğümüz herkese, her kesime barış elimizi uzatalım, büyük gönül fethini gerçekleştirelim; helalleşmenin, yeniden ahitleşmenin/akitleşmenin yollarını açalım.
İnanın zor değil; Mekke’nin kapılarını Müslümanlara açan Hudeybiye kadar kolay!..
Haydi büyük barış için kıyama!..