Bugüne kadar çok yazdım. Böyle giderse daha çok yazacağız ve fikir üretmeye devam edeceğiz herhalde.
Yazılarımda Ak Parti siyasetinin ve iktidar uygulamalarının genel olarak toplumsal yozlaşmayı, daha özelde ise aile yapısındaki çözülmeyi ve gençlerin dinden uzaklaşmalarını tetiklediği ile ilgili tespitlerimi paylaşıyorum. Bazı arkadaşlar; ‘İyi de suç sadece iktidarın mı? Ailenin, çevrenin hiç mi etkisi yok?’ diye sitem ediyorlar.
Elbette ailenin, çevrenin ve bunun yanında irili, ufaklı çok faktörün etkisi yadsınamaz. Ancak ben başat rolü konuşuyorum. Başat rolün, iktidarın haktan, hukuktan, helalden mahrum politik tercih ve uygulamaları olduğunu ısrarla savunuyorum. Ve bu düşüncemde de zerre kadar bir tereddüdüm sözkonusu değildir.
Aile ve çevre faktörünü öne çıkaranların elbette kendilerine göre geçerli argümanları var ve olabilir. Hatta bilimsel verilerle de destekleniyor olabilir. Buradaki sıkıntı, bahsettiğimiz meseleyi parçalayarak / bölerek; başını, ortasını ve sonunu da hesaba katmayarak, bütüncül olarak ele almayarak fikir üretmelerinden kaynaklanıyor. Meselelerin künhüne nüfuz edemeden yapılacak değerlendirmeler, teşhiste ve tedavide önemli nakısaları/eksiklikleri, hataları beraberinde getirecektir.
Elbette çocukların okula başlamalarına kadar kişiliklerinin şekillenmesinde ailenin önemli bir rolü vardır. Okul çağında da aile ile birlikte okul ve çevrenin etkisi öne çıkmaktadır. Aslında bu yazının konusu, bu etkileri karşılaştırmak ve analiz etmek değildir. Neslin geleceğinden endişe duyan bir akıl olarak konunun derinine doğru bir sondaj yapmaktır. Meselenin künhüne varmaya çalışmaktır. Bu bağlamda, siyasal iklimin aile ve bu ünitenin içinde yaşayan gençleri etkileme gücünü ortaya koymaktır.
Malum, çocuk eğitimi ve gelişimine etki eden iki temel faktör vardır;
1- Helal beslenme, haramlardan kaçınma!..
2- Ebeveynlerin tutum ve davranışları; Yalan söylememeleri, yalanı telkin etmemeleri; aleyhlerine bile olsa adaleti gözetmeleri; varlık alemine karşı merhametli olmaları; ellerindekilerini ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaları; akraba, komşu ve ilişki içinde oldukları insanların hak ve hukuklarını gözetmeleri; konuştuklarına dikkat etmeleri; kem söz sarfetmekten kaçınmaları, büyüklere saygı, küçüklere sevgi ve şefkatle yaklaşmaları vs. konularında örnek tutum ve davranış sergilemeleri gerekir.
Tabii ki alan ile ilgili bir araştırmam olmadığı gibi yapılan bir araştırmaya da bugüne kadar denk gelmiş değilim. Sosyolojik alanla ilgili okumalarımı gözlemlerimle yoğurarak bazı neticelere ulaşıyorum. Umarım yanılmamış olurum.
Peki, aile ve özellikle gençlerdeki bu görünür değişimde iktidarın ne rolü var? Neden başat rol sahibi olarak görüyorum?
İbn-i Haldun, toplumsal değişimi irdelerken siyasal iktidarın / yönetimin toplumu etkileme kabiliyeti konusunda mealen şöyle bir yargıda bulunuyor; Siyasal yönetimlerin toplumsal iklim oluşturma gibi bir rolleri var. İktidarın/devletin tarlaya tohum ekilmeden önce nadasa bırakma ve gerekli işlemeden sonra ekime hazır hale getirme ve rahmetin tahakkuku için iklimi müsaitleştirme gibi temel işlevleri var. Eğer toprak nadasla birlikte gerekli işlemlerin sonucu ekime hazır hale getirilmezse araziye atılacak tohum kurda kuşa yem olacak ve istenen üretim prosesi oluşmayacaktır. Toplumsal hayatta adalet iklimi, beşeri ilişkilere hakim kılınmamışsa rahmet yağmayacak ve yine tarlaya atılan tohumlar çürüyüp gidecektir.
İktidarların sosyal, ekonomik ve siyasal içerikli uygulamaları, toplumların sosyal, dini, ahlaki durumlarını ya stabil kılacak veya ayağa kaldırıp şahlandıracak ya da yıkıma sürükleyecektir.
Bir siyasal iktidar, yönettiği toplumun sağlıklı, adil, ahlaklı, erdemli, üretken, dayanışmacı, yani bu dünyaya dair ümranını tamamlamayı hedeflemişse, yapmaları gerekenleri şöyle sıralamak mümkündür;
1- Öncelikle söylemleri ile eylemleri örtüşmelidir. Halktan yapmalarını istediklerini önce kendi nefislerine telkin etmeli, yapmalılar ve bu konuda öncü olmalıdırlar. Kendilerinin yaşamadıklarını halktan yapmalarını beklememelidirler. Halkın onları örnek alacak bir hal ile hallenmeleri; yani, değişimi nefislerinden başlatmaları gerekir.
2- Bütçe hazırlanırken gelir-gider dengesi kurulmalı; öyle bir milli gelir dağılımı planlaması yapılmalı ki, mümkün olabilecek en üst düzeyde adil olmayı hedeflemeli; insanların birbirlerine haklarının geçmemesi için yine olabilecek en üst düzeyde dikkat gösterilmelidir.
3- Kamuda çalışan milyonların ‘devletin ve şahsın mumu’ ayırımını gözetmelerini beklemek için öncelikle yetkililerin bu hassasiyeti yaşamaları; devletin mumu yanında kendi mumlarını hazır bulundurmaları gerekir. Kamunun imkanlarından haksız edinimlerin önüne geçilmesi için caydırıcı yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Yasalar adil olarak uygulanmalı, kişilerin makam, statü ve konumlarına göre hafifleyen ve ağırlaşan mahiyette olmamalı; yani, ayırımcılığa, kayırmacılığa sıfır tolerans gösterilmeli…
4- Siyaset kurumunu sadece hizmet aracı olarak düşünmeli; dolayısıyla halkın efendisi değil, hizmetkarı olduğu bilinci ile hareket edilmeli; Asıl olan halktır, onun adına yöneten ise vekil… Vekil, asıldan üstün olamaz. Dolayısıyla asıl her halükarda vekilden hesap sorabilmelidir. Bunun önü açılmalıdır. Karşılıklı denetim, uyarı ve ikazlar hem yönetenlerin ve hem de yönetilenlerin yasal olmayan yollara tevessül etmelerinin önünü tıkar.
5- Kamuda görevlendirmede ehliyet ve liyakate riayet edilmelidir. Böylece insanların günaha ve harama girmelerinin önü alınır. Yönetimde ehil olmayan birisi ehil olana tercih edilirse, üç açıdan hak ihlali gerçekleşmiş olur. Kişi ve amme hukuku çiğnenmiş olur. Ehil olmayanı görevlendirmekle, işin ehli olmaması nedeniyle hatalı iş ve işlemlerden kamu zararı oluşacaktır. Bir anlamda kamunun hakkına girilecektir. Ehil olana görevi vermemekle ona haksızlık yapılmış olacak, yani, onun hakkına girilmiş olacaktır. Bu zincirleme olumsuzlukların sonucunda toplum (kamu) topyekun zarar görecektir.
6- Ekonomi politikaları ranta dayalı para-kredi yöntemleriyle değil; yatırım ve üretim mekanizmalarıyla yürütülmeli. Bu uygulamanın sonucu; toplumları manen çürüten en önemli hastalıklardan birisi olan faiz, ekonomiye yön vermeyecektir. Ekonomiyi, yatırım ve üretim dengeleyecektir. Dolayısıyla para-kredi oyunlarına ihtiyaç duyulmayacaktır. Böylece nesil faizden yani ekonomik haramlardan korunmuş olacaktır.
Mal ve Sermayeyi sadece belli kesimler arasında dolaşan bir meta olmaktan kurtarıp, toplumun tüm kesimlerine adil bir şekilde dağıtımını/tevziini temin etmek.
7- Sivil anlayış teşvik edilerek, toplumsal dayanışma, yardımlaşma, zengin-fakir buluşması temin edilmelidir. İnsanların birbirlerini gözetmeleri ve zenginlerin sermayelerinde gizli olan fakirin hakkının verildiği, hakların birbirine karışmadığı bir düzen kurulmalıdır.
Şimdi bir de Ak Parti iktidarları cihetiyle kısa bir düşünsel tur atalım;
Türkiye’de İslami hassasiyeti olan bir kitle vardı. Gerçekten helal ve haramı gözetirdi. Kul haklarına girmemek için dikkatli davranırlardı. Bunların iktidar imkanlarıyla buluşmaları ANAP hükümetleriyle başladı ve neredeyse bütün gövdeleriyle içine dalmaları ise Ak Parti iktidarları döneminde olmuştur. O güne kadar isteseler bile kamu imkanlarına ulaşamıyorlardı. Adeta yasaklıydılar. Ancak Ak Parti iktidarlarıyla birlikte kapılar açıldı, hortumlar salındı. Yolunu bulan, devlete yanaştı; hortumunun kalınlığına göre kamu imkanlarını emmeye başladılar ve ne olduysa ondan sonra olmaya başladı. Her şey alt-üst olmaya başladı. Adeta küçük kıyametimiz koptu. Yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık ve arsızlıklar birbirini izledi. Eskiden kursaklarına haram girmeyenlerin dualarının bir etkisi oluyordu. Şimdi haram iktisaplardan dolayı duanın da bir karşılığı yok. Dolayısıyla üst üste musibetleri yaşamaya başladık. Bunun en önemli çıktısı da genç neslin, dinlerinden olmalarıdır. Başka sahillerde arayışlara girmeleridir.
Evet, bunların hepsini düzenleyecek, tanzim edecek ve yürütecek olan siyasal iktidardır. Eğer iktidar erki bu ciddiyette değilse, saydıklarımız miktarınca haram yollar açılacaktır. İnsanlar harama bulaşacaktır. Kul hakları birbirine geçecektir. Böyle bir toplumda kimse sağlıklı ve eğer inanmışsa dindar bir nesil beklemesin. Zira beklemek, abesle iştigaldir; ham hayaldir; böyle bir şeyin olması ilme mugayirdir.
Yukarıda değindiğimiz toplumsal hastalıkların yaygınlık kazanması ile bu sosyal yapının içinde yaşayan bireylerin eli kolu bağlanır; iradesi çözülür ve bu toplumsal alt üst oluş karşısında etken değil, edilgen hale gelir. Ve bu da topyekun toplumun maddi ve manevi gücünü tüketir ve beraberinde yozlaşmayı ve çürümeyi getirir, insanı bitirir. İradesi çözülmüş insanlardan oluşan bir toplum da tükenmiş bir toplumdur ve bu da işte sosyal bir çürümeye yol açar. Artık o toplumun enerjisi yok olmuştur. Tıpkı bugün toplumları aciz bırakan virüs gibi…
Şimdi anlatabildik mi; siyasal iktidarların politikalarının sağlıklı, ahlaklı ve erdemli bir nesil için ne kadar önemli olduğunu?