Kime “entelektüel” diyoruz?
Albert Kamus’a göre aklı izleyebilen kimse, Bukowski’ye göre basit bir şeyi karmaşık şekilde söyleyebilen kimse entelektüeldir. Edward Said ise entelektüeli “Sürgün, marjinal, yabancı, amatör olarak iktidara karşı hakikati söylemeye çalışan bir dilin müellifi” diye tarif eder.
Julien Benda’ya göre de gerçek entelektüeller, simgesel şahsiyetlerdir; güçlü kişilikleri ve her daim muhalafet konumunda bulunmalarıyla dikkati çekerler.
Cemil Meriç’in entelektüel tanımı şudur: Hiçbir müesses yapıya, nizama biat etmeyen, hür aklın vicdanı ile davranabilen kişiye entelektüel denir.
Bu tanımları cem edersek, entelektüel, dünya ile işi olmayan, iktidar gücüne yaslanmayan ve ona tabasbusta bulunmak gibi çıkar odaklı düşünmeyen, adalet ve hakikat bildiğini koşulsuz olarak dillendiren, otoritenin baskısına muhalefet eden ve iktidara direnmeyi temel bir ilke olarak benimseyen kişidir. Bu anlamda bir isyan ahlakını temsil eder. Zalimin karşısında, ezilen mazlumun yanında yer alır. Konuşması gerektiğinde korkarak susmaz, konformist anlayışa sahip değildir. Ahlaki duyarlılığı her şeyin önündedir. İnsanın, toplumun vicdanını temsil eder.
Bu anlamda İslam tarihinde en belirgin örnek, İmam Ebu Hanife’dir. En güçlü zamanlarında hem Emevi ve hem de Abbasi devletlerinin yöneticilerine itiraz etmiştir. Bunun bedelini de zindan sürgünü yaşayarak ödemiştir.
Diğer bir örnek ise, İran rejiminin haksız anlayış ve uygulamalarına karşı entelektüel duruş ortaya koyduğundan dolayı ilkin sürgüne gönderilen ve ardından suikastla katledilen Ali Şeriati’dir.
Batıda en dikkate değer örnek de herhalde “Dreyfus davası” ve orada haksızlığa isyan eden Emile Zola olsa gerek. Bir yahudiye yapılan zulme karşı çıkarak bedelini ilk önce İngiltere sürgünü ve daha sonra suikastla ödemiştir.
Edward Said “Entelektüel” adlı kitabında bu kavramın geçmişten günümüze yüklendiği anlamları ayrıntılı bir şekilde inceliyor. Entelektüellik ona göre bir sürgünlük halidir çünkü; “Sürgün içinde yaşadığı toplumun yerlilerinden olmamayı, orada hep tedirgin, rahatsız ve başkalarını da rahatsız eden bir yabancı olmayı içeren bir konumdur.”
Ali Şeriati de adete bu tanıma hak verircesine, “sizi rahatsız etmeye geldim” diye haykırıyordu. Akıbeti de tıpkı Edward Said’in dediği gibi sürgün oldu.
Edward Said’e göre düşünceleriyle yabancılığını ve yalnızlığını benimsemek durumunda kalan entelektüelin en büyük bireysel kazancı özgürlüğünü koruması ve devamlı olarak bilgisini arttırmasıdır. Entelektüelin özgür olması, elbette her aklına geleni yapması demek değildir; aksine bunun doğru olmadığını halka yansıtmakla görevlidir. O, daima zayıfın, görmezden gelinenin yanında olmakla mükelleftir. Bu durumda işi zordur fakat bu işin sıradan olmaması nedeniyle de her daim canlıdır.
Entelektüel, amatör bir ruh taşımalıdır ki her konuda ahlâki meseleleri gündeme getirme sorumluluğunu alabilsin, gerektiğinde toplumu, profesyonel rutinin dışına çıkartmayı başarabilsin. Yani amatör ruhludur, profesyonel değildir. Doğru bildiğini hiçbir angajmana yaslanmadan söyleyen birisi olduğu için sürgündür, yabancıdır, marjinaldir, yalnızdır. Entelektüel olmanın icaplarına uyulduğunda bunlar kaçınılmazdır.
Entelektüellerin dilleri birbirinden farklı ve millî olsa da bir yönden evrensel olmak zorundadır. Sosyolog Edward Shils de , entelektüellerin azınlık ve statükoculuktan uzak olduklarına vurgu yapar.
Russell Jacoby’e göre de aslında; “kimseden medet ummayan, iflah olmaz ölçüde bağımsız bir ruh” olması gereken entelektüelin yerini günümüzde, ceketlerinin önü ilikli, düşündüğünü söylemekten çekinen, nesnel insanlar almıştır. Dolayısıyla günümüzde durumu idrak edebilenler arasında entelektüelin yok oluşuna duyulan üzüntü dikkati çekmektedir. Toplumun farklı tavırlar sergileyerek entelektüelin arkasında durmaması da kaçınılmaz sonucu hazırlayan nedenlerden biridir.
Gerek İslam gerekse Yahudi ve Hristiyan dünyasındakiler için olsun, bir entelektüelin düşünce ve ifade özgürlüğünden ödün vermemesi gerektiğinin de altını çizen Edward Said, bu konuda ödün vermenin, işine ihanet etmek demek olduğu görüşündedir.
Günümüzde pek çok konuda bir kabz hali yaşayan insanlık aleminde toplumların selamete çıkmalarına önderlik edecek olan entelektüellerin az ya da yok olması maalesef toplumları hızlı bir yozlaşma ve ilkelleşmeye doğru götürdüğünden her toplumun muktedirlerinden beklenen entelektüel olmaya dair bir ışığa sahip şahsiyetlerin önünü açmaları ve kendi iktidarlarına tehlikeli görünen her farklı sesin önünü kesmekten şiddetle kaçınmalarıdır. Bu anlayışa sahip siyasetçilerin muktedir olacağı günlerin gelmesini dileyelim.