Dün bir arkadaşın bu başlıkla paylaşılan bir yazısını görünce yine duygulandım. Evet, bu halk örgütsüz, bu halk sahipsiz, bu halk rehbersiz.
“Sahiplik” derken halk önderlerini, rehberlerini kastediyorum. Çoban, sürü metaforu yapmıyorum. Mamafih şu an vatandaşa reva görülen sürü muamelesidir. Ne yazık ki, toplumun büyük kesimi de gönüllü olarak buna razı görünüyor.
Özellikle kriz dönemlerinde liderler, önderler daha da önemlidir. Ya toplumu yukarıya taşırlar ya da aşağıya çekerler.
Toplumumuz uzun yıllardır böyle bir liderlikle temsil edilmekten yoksun durumda. Bu konuda ülkenin kamuoyunu etkileyen dinamikler belirleyici oluyor. Aslında her darbeden, krizden, karanlıktan sonra beklenen, umut edilen, toplumu güvenli limana taşıyabilecek ehliyetli bir kaptanın geminin yönetimine geçmesidir.
Fakat öyle olmuyor. Siyasette misyon sahibi olarak yer almak yerine, alanın boş olmasını fırsat bilerek, sermaye ve güç sahiplerinin de desteklerini arkalarına almak suretiyle fırsat avcılığı yapıyorlar. Bir yandan sermayenin desteği, diğer yandan derin dinamiklerin PR çalışmalarıyla her türlü ehliyet ve liyakat sahibinin önüne geçebiliyor, varlıklarını gölgeleyip görünmez kılıyorlar. Halk da zaten gücün arkasında sıralanmaya meyyaldir, risk almaz, bedel ödemez, hiçbir fedakarlığa katlanmadan kazanmaya odaklanır. Onun için de kendilerine hakkıyla liderlik / önderlik edecek olan kişilerle buluşmaya bir türlü muvaffak olamaz.
Halkını yüceltme iradesine sahip olan bir liderliğin temel vasıfları neler olabilir?
Bu lider,
-Derin bir ilmi ve ahlaki anlayışa,
-Adil olmak konusunda arzu edilen düzeyde bir niyet ve hassasiyete,
-Toplumu sevk ve idare etmenin en temel disiplinleri olan mevzularda ehliyet ve liyakate,
-Hiyerarşik yönetimde görevlendirilecek kadroların ehliyetlerini ölçebilecek düzeyde bir yeteneğe,
-Maiyetindeki yönetim kadrosunu bir orkestra şefi gibi ahenkle koordine edecek uzmanlığa,
-Kamunun / halkın bütçesini büyük bir titizlikle koruyacak, harcayacak, yolsuzluğa, usulsüzlüğe asla prim vermeyecek bir dürüstlüğe, eminliğe,
-Halk içinde mütevazi standartta bir yaşam tarzına,
-Yaptığı işi büyük bir sorumluluk anlayışı içerisinde şeffaf bir şekilde yürütme iradesine,
-Ne pahasına olursa olsun iktidarda, liderlikte kalma hırsına sahip olmadan yüklendiği sorumluluğun ateşten bir gömlek olduğu gerçeğini ihmal etmeden arkasından gelenlere emaneti rahatlıkla devredebilecek bir olgunluğa,
-Çeşitli din ve etnik mensubiyete sahip insanlar arasında adaletle muameleyi gerçekleştiren, ayırımcılığa fırsat aralamayan bir insani karaktere sahip olmalıdır.
Bu özellikleri sıralarken bazılarınızın “bunlarla mücehhez kaç kişi var?” veya “bildiğiniz birileri var mı?” diye soracaklarını zannediyorum.
Her şeyden önce insanların böyle bir lidere sahip olmak için yapmaları gereken şey, talepkâr olmaları ve bunun için de fedakarlığı göze almalarıdır. Allah elbette karşılıksız verme gücüne ve kudretine sahiptir. Ancak sünnetullah gereği ömür süreleri içine yerleştirilen sınavlar bütün toplumlar için işler, kimseye torpil geçilmez. Uğrunda fedakarlığa katlanmadığımız bir hedefe ulaşmak çok zaman imkansızlık derecesinde zordur. Allah adildir, hak edene layığını verir. Bu bireyler için böyle olduğu gibi toplumlar için de geçerlidir.
Gelelim şimdi ülkemizin ahvaline bakmaya…
Bu ülkede halk hiçbir zaman demokratik ülkelerdeki gibi örgütlenemedi, örgütlü bir toplum olamadı. Çok azı istisna sivil ruha ve harekete sahip örgütlenmelerimiz hiçbir zaman mevcut yoktu. Ne derneklerimiz ne sendikalarımız ne vakıflarımız ve ne de bu kapsamdaki diğer örgütlenmeler -pek azı istisna- çoğulcu, ayırımsız bir ruha ve yapıya erişemediler. Sadece ideolojik düşünce ve kabulleriyle var olan siyasi örgütlenmelerin yan ve arka bahçeleri olarak misyon ifa ettiler. AKP iktidarları, var olan bu yarım yamalak yapıları bile kimliksizleştirerek, sivil ruhlarını enfekte ederek kendi iktidar gücüne hizmet eden yapılara dönüştürdü.
Netice olarak bugün parmakla gösterebileceğimiz bir toplumsal örgütlenme modeli yok gibi. Siyaset kurumu da bunun farkında olarak toplumu istediği gibi domine edebilmektedir. Halbuki sivil toplum kuruluşlarının en önemli misyonu, halka önderlik etmek, onları örgütlemek, devlete karşı bireyin ve toplumun hak ve menfaatlerini savunmak ve bunun için iktidardan talepte bulunmak ve baskı kurmaktır. İşte bugün bu toplum bu örgütlenmeden ve bu anlamda onları sevk ve idare edecek toplumsal liderlikten / önderlikten yoksundur. Halkın örgütsüz, sahipsiz ve kılavuzsuz kalmış olması idrak sahiplerine toplumun varlığı üzerinde gerçek bir varoluşsal tehlikenin gölge gibi dolaşmakta olduğunu düşündürmektedir. Endişemiz budur.