Acıyı yaşayan insanları, felaketin boyutlarını görünce Cemal Süreya’nın dizeleri geldi aklıma:
“Nasıl bir his biliyor musun?
Oda geniş ama sığamıyorsun,
Bak kapı orada ama çıkamıyorsun,
Pencere açık ama nefes alamıyorsun,
Bir şeyler düğüm düğüm dizilmiş boğazına,
Ama ne yutabiliyorsun ne atabiliyorsun”
6 Şubat depremi maalesef tam bir felaket. On ilimizle kalmayıp 85 milyonumuzu, hatta dünyanın birçok yerinde bizimle yüreği atan milyonları hem maddi hem manevi olarak etkileyen bir sis, bir acı yaşattı bize.
Depremin acıları hepimizi derinden üzdü. Ankara Karşıyaka mezarlığında cenazesi başında acısını yaşayanlara şahit olduğumda ekranlarda poz verip durum değerlendirmesi yapanların bu tabloyu bambaşka bir anlatımla sunmalarındaki utanmazlığı en derinden hissettim. Acıların üzerinde tepinerek cumhur ittifakı sahada diyen sözcüye, yardıma gelen bir belediye başkanına İngiliz uşağı diyen zihniyete, ekranlarda görüntü vermek için itiş kakış yapan koca koca sorumsuzlara, öfkesinden aklını kullanamayan yöneticilere ve devletin sıfatlılarının halkını tehdit edişlerine bakıyorum, maalesef sadece utanıyorum. Enerjilerini koltuk ve nefislerine değil de 85 milyonla birlikte bu felaketi yaşayanların acılarını göğüslemeye verselerdi bugün çok daha farklı bir tablo ile karşı karşıya olurduk.
Sorumluların tedbirsizliklerini, yönetemeyişlerini, keyfi uygulamalarının nelere sebep olduğunun farkına varmaları, bunun sonucunda da gözlerinden kin ve nefret yerine göz yaşı dökülmesini beklerdik. Keşke acıları bizler gibi yüreklerinde hissetseler, suretleri siretlerini örtmeselerdi. Yüksek çıkan sesleri ile sorumluluklarını örtmeye çalışmasalardı. Maalesef yaşattığınız bu acıları, cam kırıklarını unutturamazsınız.
Devlet çare yok diyemez. Siyaset karar mekanizmaları için kurallar koyar, programlar oluşturur, sorumluluk duygusu ile yönetilenlerin hak ve hukukunu, güvenliğini, refahını teminat almak adına gerekli tespit, tedbir ve çareler üretir. Günümüz dünyasında bunları yapmak için sayısız referanslara erişmek de mümkündür. Ancak bunları düşünebilmek, yapabilmek ancak akla referansla olur. Bilenlerle yol yürümek bu yüzden önemlidir.
Rahmetli Turgut Özal’ın kabinesinde yer alan Sn. Vehbi Dinçerler, bir anısında Milli Eğitim Bakanı olduktan sonra Turgut Bey’e bir sohbetinde eğitim alanında yeterince tecrübesi olmadığını ifade eder. Sn. Özal da ona “Siyaset ve yönetici her konuyu bilmeyebilir ama bilenleri arayıp bulup bilenlerle çalışır” diye cevap verir.
Dünya beşerî ilişkilerin olduğu bir yer ise, buna uygun hareket edilmesi, rasyonel bilgi ışığında çağa göre hareket edilmesi insanlık için bir zorunluluktur. Fransız düşünür Descartes insan, dünya ve Tanrı düşüncesini anlatırken “Yaşam yalnızca aklın evrensel yasaları ile doldurulması gereken bir boşluktur” der. Kartezyen felsefesi de “Doğru ve yanlışın varlığı hiçbir şarta bağlı değildir. İyi ile kötü belirli bir kişi için iyi ve kötüdür. Modern öncesi dünya için iyi ve kötünün kaynakları irrasyonel alanlarda aranıyordu. Bugün hala doğru yapılmayan bir şeyleri hatırlatmıyor mu?
Sorgulama ve araştırma sınırlı, kadimlik ise etkiliydi. Aydınlanma ile bu düşünceler bilimle sorgulanmaya başladı. Aydınlanma dönemi ve başlangıcı, siyasal düşüncede “egemeni olağan değil, olağan üstü belirleyen güç olarak tanımladığı için aydınlanmanın insanın doğasının ve toplumun yasalarının akıl ve bilimle keşfedilebileceği ve insanın bu yasalara uygun şekilde eğitilmesi gerektiği tezi süregelen gelenekleri derinden sarstı.
Hayatı düzenleyen kuralların, karar almada monarşik mi, demokratik mi, teokratik mi, aristokratik mi olması gerektiği tartışmaları süregeldi. Kutsallar ve inançların da siyasi alanları etkileme alanları sorgulandı. Carl Schmitt’in “Siyasi İlahiyat” kitabında egemenliğin tanımı, hukuki şekil sorununda anayasalar bir devletin hali, var oluşun tanımı olan metinler olarak ifade edilir. Aydınlanma rasyonalizmi ilahiyat mucizelerini reddeder der.
Bunlar ve bunun gibi daha pek çok kaynakların özetle gösterdiği şey şu: Dünün yasaları ile bugünün insanları yargılanamaz, sorumlular çağın gerektirdiği yeniliklerle puslu havalarda yön bulmak zorundadırlar. Sorumluluğun iyisini kendine, kötüsünü vatandaşına, ötekine yükleyen bir zihin yapısı hastadır, daha da kötüsü tedavisi zordur. Keyfi idare çaresizlik ve zulüm getirir. Keyfi idarenin, otoritenin sermayesi, birisinin gelip her şeyi düzelteceğine olan inançtır. Ahlak kendi sorumluluğunu başkasına yıkmamak, gerçeklerin yokuşu olacağının bilincinde olmaktır.
Gazete Duvar’da Tezcan Durna’nın 10 Şubat 2023 tarihli “Utanmak” başlıklı yazısında ifade ettiği gibi muktedirlerden utanma beklemek yerine, onu öncelikle göz hizamıza indirmemiz gerekli ifadesi bu anlamda çok hoşuma gitti.
Bugünün sorumsuz sorumluları, akla ve bilime dair ne varsa dışladı, bağnazlıktan ve yanlışlarından dönmedi, millete zorla dikta ettirmeye çalıştı. Ekonomide nas, fakire cennet vadetti, millete cehennemi yaşattı.
Tüm yönetimi merkeze topladı, taşıyamayacakları yükü, bilge kişilerle paylaşmadı. Bürokraside ideolojiyi, dinsel örgütlenmeyi liyakate tercih etti. Partizanlığı her kuruma yerleştirdi, her köşe başında referans ayrımcılığı yaptı, kurumlar arasında hem rant hem de güç savaşı başlattı. Merhameti, şefkati ve adaleti yok etti. Yanlış bilgilerin odağı olup tuzaklar kurup milletin üzerine felaketler getirdi. Gayri meşru işlerin temsilcilerine imar afları, vergi afları getirirken, elektrik faturasını ödeyemeyen, ilaç alamayan, ekmek bulamayanların rızıklarını kesti.
Yardım araçlarındaki isimlere bakıp yardımları keyfi ret etti. Acıya ağlanırken valileriyle felaketzedelere güldü.
Siz kimsiniz? Afetler ve ortaya çıkardığı acılar insanları birleştirecekken siz insanları daha da ayrıştırdınız. Sizler Turhan Selçuk’un çizgi roman kahramanı Abdülcanbaz’ı oynuyorsunuz. Ülkeyi yönetemiyorsunuz. Bulaştığınız kirden nefes alamayacak hale geldiniz, korkuyorsunuz.
İnsanlar aynaya bakarak gördüklerini başkaları için söyler derdi Halil Cibran. Size mi sesleniyor acaba? Sizin yönetiminizde güzdüz vakti fenerle adam arar olduk. Çok maaşlar, imtiyazlı ihaleler, rantlar, gayri meşru ilişkileriniz göçüp giden canlarımıza değecek mi?
Hakkınızı yemeyelim, sizden öğrendiğimiz şeyler de var. İbadet namına kalkıp oturana dikkat etmeyi, kılık kıyafete aldanmamayı, ideoloji ve dini kılıflarınıza bakmamayı öğrendik. Seçeceğimiz kumaşın markasına değil de kalitesine bakmayı öğrendik.
Ülkeye kaht-ı rical’i yaşattınız. Her şeyin parayla ölçüldüğü, mekan ve rütbelerin insani değer ve vasıfların önüne geçtiği, liyakatin değil, isimlerin, adam kayırmanın, gururun, kibrin, ihtirasın, bencillik ve çekememezlik duygularının öne çıktığı bir toplumun çökmesinde başka ne aranır?
Bu acıları topyekûn seferberlikle maddi manevi destekle kaldırma insani bir sorumluluktur. Milletimiz tüm engellemelere rağmen hem yurt içinde hem de yurt dışında bunu gösterdi, göstermeye de devam ediyor. Tüm sorumlulara, demokratlara düşen görev elbirliği ile devletimizi yeniden hukuk düzenine geçirmede iş birliği yapmasıdır. Gaye gayreti gerektirir. Akıl, bilim, hukuk ve demokrasi rehberimizdir. Ölenlere rahmet, yaralılarımıza şifa diliyorum.