Sağ muhafazakar cepheden hep şunu duymuşuzdur: “Davanın (o her neyse) paraya, güce ihtiyacı var. Onun için de iktisadi faaliyetlerde bulunmamız icap eder.”
Halbuki inandıklarını iddia ettikleri din ve onun şanlı önderi Hz. Peygamberin müminlerden böyle bir talebi veya müslümanların zenginleşmelerine, varlık sahibi olmalarına yönelik bir emir veya telkini hiçbir zaman sözkonusu olmamıştır. Sadece savaş zamanlarında dinin tabiilerinden fedakarlık beklenirdi. O zamanlarda da müslümanlar sahip oldukları varlıklar ve cömertlikleri nispetinde yardımda bulunurlardı. Kur’an’ın ve Peygamberlerin kıssaları bize hiçbir Peygamberin tabiilerinden böyle bir istekte bulunmadığını söyler. Onlar zaferi maddi güce değil, kişilerin inandıklarını iddia ettikleri dini yaşamadaki samimiyet ve ihlas üstünlüğüne bağlamışlardır. Hz. Peygamberin Bedir, Uhud ve Huneyn Gazveleri bunun en önemli örnekleridir. Diğer taraftan Kur’an’da kıssası anlatılan Talud-Calud karşılaşması da yine önemli bir misaldir.
Müslümanlıktan müminliğe inkılap etmek kolay değildir. İnsan onlarca kez sınanır ve sonunda bu mertebeyi kazanır.
Her hadiseyi kendi bağlamı içerisinde değerlendirmek lazım. Eğer Müslümanlık gibi bir iddianız varsa sizden ona uygun bir tutum, davranış ve eylem beklenecektir. Hem o iddiada bulunan ve hem de hilafına hareket edenlerin Kur’an ve hadisteki tanımı ve sıfatı bellidir.
O halde bugün her ne faaliyet ve mücadele yürütülecekse müslümanı sınırlayan, bağlayan ahlaki, hukuki şartlar ve prensipleri dikkate alarak yol almak gerekir.
Sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik tüm faaliyetlerde de bu meşruiyete riayet etmek esastır. Sureten müslüman, sireten seküler olunamaz. Hayatın tüm alanlarında haramlara, yasaklara riayet etmek müminler için şarttır.
Şimdi başa dönerek şunu söylememiz gerekir: Hz. Peygamberin irtihalinden sonra müslümanlar ganimet toplamak, biriktirmek, daha çok alan üzerinde egemenlik kurmakla ilgili hususlarda zaaf göstermişlerdir. Egemenlik kurmak güçlü, donanımlı orduları gerektirir. Bunun için de daha fazla ganimete ihtiyaç duyulmuştur. Daha çok ganimet ise daha çok savaşa girmek demektir. Yani, savaşın meşruiyetini sağlayan sebeplerin varlığına ve hukukuna özen göstermek zorlaşmıştır. Devletin beytülmaline girenin helal-haram olduğuna dikkat edilmemiş, harama helal muamelesi yapılmıştır.
İşte Cumhuriyet dönemi islami hareketleri 1980 darbesinden sonra inşa edilen yeni siyasal ve iktisadi sistemde böyle bir sınavla karşılaştılar. İlk defa kamu imkanlarının kapıları kendilerine aralandı. Ama onlar bu karşılaşmaya hazır değillerdi. Kamu imkanlarının helal-haramlığına gerekli hassasiyet gösterilmeyince kendilerine açılan kapılardan ölçüsüzce, nizamsızca girdiler, boğazlarından geçen ve çocuklarına yedirdikleri, kullandırdıklarının helal olup olmadığını akıllarından bile geçirmediler. Haram iktisabı arttıkça daha çoğunu, daha çoğunu talep etmeye başladılar. Onları kursaklarından yakalayan ehli dünya ne istedilerse ikiletmeden verdi ve sonunda zehirlemeyi başardı.
Hemen hemen tüm İslami cemaatlere, tarikatlere, partilere mensup olup da o oluşumların içerisinde bir şekliyle bulunmuş herkes şu telkinlere şahitlik etmiştir: “Davanın güce/paraya/sermayeye ihtiyacı var. Muhaliflerimizin, hasımlarımızın karşısında sesimizin daha gür çıkması gerekir v.s.” Bu yönlendirmeler islami kamuoyunda mâkes buldu. İnsanlar ilk zamanlar belki samimi niyetlerle bu yola girmiş olsalar da bir süre sonra selin akıntısına kapılan çer çöp gibi kendilerini bekleyen bir kıyamete doğru sürüklendiklerini fark edemediler.
Kurdukları siyasi ve sivil kurumlar için kendi mensuplarının ekonomik faaliyetlerinden elde ettikleri bağışlar yetmeyince, kamu imkanlarına yöneldiler. Allah, Peygamber, cihat aşkı ile sağdan, soldan güç/para dilenmeye başladılar. Helal kazanç kaynaklarıyla başlayan süreçte bir süre sonra haramı da meşrulaştırarak güçlerine güç katmaya çalıştılar. Bir yere kadar topladıkları, biriktirdikleri onlara arızi birtakım kazanımlar / başarılar sağladı. Siyasi ve sosyal iktidara uzanan bu aklı baştan alıcı süreç onları helal-haram hesabı yapmaktan uzaklaştırdı. Bu da bir süre sonra güç zehirlenmesine yol açtı. Kendi kendilerini tahrip etmeye başladılar.
Burada asla sermaye düşmanlığı yapmak gibi niyetim yok. Sadece parayla, servetle, sermaye sahibi olmakla başarılı olunamayacağının altını çizmeye çalışıyorum. Arızi başarıları nihai başarı gibi idrak edenler bir süre sonra madden ve manen nasıl eridiklerini, çöküşe geçtiklerini görürler / gördüler.
Elbette maddi güce ihtiyaç var. Ama müminin şunu göz ardı etmemesi gerekir: İhlasınızı kaybederseniz; haktan, adaletten, yasal olandan, dürüstlükten, şeffaflıktan uzaklaşır, harama bulaşırsanız dünyanın serveti, sermayesi, malı mülkü sizin olsa da yenilmeye mahkumsunuz. Müminin en büyük sermayesi, ihlası, eminliği ve adil duruşudur. Sonuç Allah’a aittir, bizler süreçlerden ve vasıtalardan sorumluyuz. Doğru hedefe, haram bulaşmış vasıtalarla ulaşılamaz. Hedef ne kadar haksa, o hedefe doğru koşullandırdığınız vasıtalarınızın da o ölçüde hak ve helal olması gerekir.
Evet, ne yazık ki, Türkiye Müslümanlarının dünya ile olan sınavının en zor ciheti bu oldu. Etrafına üç beş adam toplayan sosyal ve siyasal oluşumlar, din, devlet, vatan, bayrak diyerek sermaye biriktirmeye başladılar. İşin başında gerçekten bir samimiyet / ihlas olabilir. Ama bu sürecin bir imtihan boyutu var. İnsan ya topladıklarını yönetir ya da onlar insanı yönetmeye başlar. İşte o an kaybetmenin, çöküş turnikesine girmenin başladığı andır.
Ne yazık ki, hemen hemen Türkiye’deki tüm sosyal ve siyasal örgütler bu imtihanı büyük ölçüde kaybettiler. Bunun en bariz örneği, Ak Parti’dir.
Ak Parti’nin kuruluş yıllarında CB Erdoğan’ın İHL’den okul arkadaşı, ağabeyi ve İBB’ de danışmanı olan bir mülkiyeli arkadaştan dinlediğim anekdotu hatırladığım kadarıyla anlatayım: “Tayyip Bey’e dedik ki, eğer iktidar olmak istiyorsanız, Erbakan Hocanın güttüğü klasik siyaseti bırakın. Arkanıza bir sermaye gücü alın. Siyaseti, satın alma gücü belirler. Elinizdeki sermaye ne kadar büyükse siyasette o kadar etkilisiniz. İkinci olarak kesinlikle ABD ile iyi ilişkiler geliştirin. Yahudi lobileriyle diyaloğa girin. Parti kurmadan önce ABD ve Yahudi lobileriyle görüşüp anlaşmanın yolunu bulun. Başka türlü direnme gücünüz olamaz. İktidar olsanız bile sizi iktidarda tutmazlar. Nitekim Erbakan Hoca’da gördük. Çoğunluğu elde etseniz bile size iktidar alanı bırakmazlar. İcabında elinizdeki sermaye gücü ile muhaliflerinin hepsini satın alabilirsiniz. Nihayet siyasi arenada herkesin bir satın alma değeri vardır.” Anlatan kişi şunu da ekledi; ‘Tayyip Bey bizim tavsiyemize uydu’.
Gelişmelere baktığımızda tavsiyelere harfiyen uyulduğunu görüyoruz. Tablo aynen nakledildiği gibi gelişti. Partinin kuruluşu takip eden zamanlarda hızla güçlü bir finans kaynağına sahip olduğu müşahede edildi. Ayrıca ABD ve Yahudi lobileriyle dostane yakınlaşmalar temin edildi, Erdoğan’a madalyalar verildi.
İç politikada ise havuz sistemi kuruldu. Bir sermayedar sınıf oluşturuldu. Onların üzerinden ekonomi ve medya kontrol edildi. Muhalif olanlar tek tek satın alınıp, el değiştirilerek havuza dahil edildi. Bu anlamda gücün zirvesine ulaşıldı.
Trajik sonla nihayet gücün zirvesine gelindiğinde karşılaşıldı. Geçmiş mazlumiyet günlerinde dillendirdikleri; ‘davam’, ‘ihlasım’ dedikleri tüm değerleri dağın eteklerinde bıraktıklarını gördüler. Ancak artık geri dönüş imkanı yoktu. Zirvedeki tahta kurulmuşlardı. İhlas/samimiyet/adalet paketleri aşağılarda unutulmuştu. Sonuçta, şeytanın telkini olan güç/sermaye biriktirme ameliyesi onları esir almıştı. Sermaye ile iktidar kazanılmıştı ama o iktidar artık adalet dağıtmıyor; zulüm üretiyordu.
Samimiyet ve ihlas üzere olan bir Müslüman için iktidar istemenin tek bir sebebi olabilir. O da bugüne kadar kendisine zulmedenler de dahil olmak üzere herkese adalet dağıtan bir siyasal örneklik bırakmaktır. İşte Ak Parti, zirvede AKP’leşince bu fırsatı kaçırdı. Bu dünyanın iktidarını kazandı ama hakkı ve adaleti zayi etti.
Bu anlamda Türkiye’deki tüm İslami cemaat/tarikat ve topluluklar da kaybettiler. Dünyevi imkanlara yenik düştüler. Zaferi, mal ve para biriktirmede, yüksek, donanımlı yapılar yapmada; medya gücüne sahip olmada, çok adam kazanmada aradılar. Ne yazık ki, ellerindeki en büyük sermaye olan ihlası kaybettiler. Ve bir süre sonra hepsi dünyanın altında kaldılar.
Bugün halen yeni siyaset inşasının önüne “nasıl finanse edeceksiniz?” bariyerini inşa ediyor, arzunuzun, şevkinizin önüne koyuyorlar. Adeta, “paranız, finansmanınız yeterli değilse hiç bu işlere girmeyin, heveslenmeyin” telkini yapmaya devam ediyorlar. İşte bu tam da şeytanın sağdan yaklaşmaya devam ettiğinin göstergesidir. Temiz niyetlerle yeni bir yol arayışında olanların bu tuzağa karşı hazırlıklı ve dikkatli olmaları şarttır. Aksi halde akıbetin yine hüsran olmasından korkulur.

