Müslümanlar olarak uzun yıllardır tartışmalarımıza, müzakerelerimize ve bazen kavgalarımıza konu olan bir mesele; ‘Demokrasi’
Demokrasiye olan olumlu yaklaşımı küfür veya haram gören bir anlayış var bu ülkede ve genelde de İslam dünyasında…
Yeryüzünde farklı mahiyetlerle uygulanan demokrasiye neden Müslümanların bir kısmı antipati veya düşmanlık duyar, itiraz eder?
Genelde bu camianın itirazları şu ayetlere dayanıyor;
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide, 5/44)
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mâide, 5/45)
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Mâide, 5/47)
İtiraz sahipleri bu ayetlere dayanarak demokrasinin genel prensiplerinden biri olan ‘halkın kendi kendini, geliştirdikleri yönetim prensipleriyle idaresini ve hukuk vazetmesini’ küfür olarak görüyorlar ve karşı çıkıyorlar.
Bu ayetlerle ilgili yorum/tefsir yapacak değilim. Beni aşar… Ki isteyen internet üzerinden bir tarama yaparak bu ayetlerle ilgili çok farklı yorumları okuyabilir.
Nasıl okunursa okunsun, nasıl yorumlanırsa yorumlansın ben acizane daha ziyade mevcut durumla ilgiliyim.
Şunu öncelikle ifade etmeden geçemeyeceğim; ‘Ne Allah ve ne de O’nun Resulü bir yönetim tarzı, siyasal sistem veya çerçevelenmiş bir model önermemiş, emretmemiş ve şarta bağlı kılmamıştır. Dört halifenin seçimi de, Müslüman toplumun o gün kendi akli reyleriyle düşündükleri ve tatbik ettikleri seçim usulleriyle gerçekleşmiştir. Cılız itirazların dışında ciddi bir karşı çıkış da olmamıştır. Bundan da anlıyoruz ki veya bir çıkarımda bulunuyoruz ki, Müslümanlar, içinde yaşadıkları zamanın ve şartların/maslahatın gereği olarak Allah’ın belirlediği helal dairesi içerisinde yeni siyasal sistemler, yönetim modelleri geliştirebilirler. İslam sadece şu kaydı veya olmazsa olmazı vazediyor;
Aklınızla hangi sistemi inşa edecekseniz edin, ancak bu inşaatın temel kolonlarını hak, hukuk, adalet, ehliyet, istişare ve maslahat üzerine oturtun. Hepsi bu.
Ama ne yazık ki, biz böyle bir modeli geliştiremedik. İslam tarihinde dört halifeden sonra Muaviye ile başlayan siyasal sapma halen İslam dünyasının kaderini belirliyor. Bir türlü dar çemberi kırarak vahyin ve aklın rehberliğinde bir siyasal sistem geliştirilemedi. Bunun kabahati ne batıdır ve ne de doğu!.. Bir faili varsa o da Müslümanlardır.
Müslüman’a Allah’ın yüklediği birincil görev, Allah’ın mesajını yeryüzündeki insanlara duyurmaktır, duyurulmamış insan bırakmamaktır, evrene yaymaktır. Susuz topraklara pınarları akıtmaktır. ‘Alemlere rahmet’ olan evrensel mesajı yeryüzüne yaymaktır. Rahmetsiz bir diyar bırakmamaktır. Bu da ancak özgürlüğün ve insan haklarının geliştirildiği ve yaşatıldığı toplumlarda yapılabilir/yapılıyor ve karşılık bulabiliyor. Özellikle Batı da cari uygulanan demokratik rejimler bu iklimi ve hürriyeti sağlıyor. Müslümanlar bu ülkelerde rahat bir şekilde teşkilatlanabiliyorlar. Yaşam alanları oluşturabiliyorlar. Kendi içlerinde İslam’ı yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyorlar. Dinlerini özgürce yaşamaları ve yaşatmaları konusunda çoğu İslam ülkesinden daha yaygın bir düşünce, fikir ve yaşama hürriyetini ve iklimini bu ülkelerde buluyorlar.
Peki, bu görünür ve yalın gerçekliğe rağmen neden ‘demokrasi’ karşıtlığı tavrı ve tutumu sürdürüyor bu kesimler? Siz ‘demokrasi’yi de aşan bir siyasal sistem geliştirdiniz ve dünyaya bir örneklik ortaya koydunuz da ‘batılı toplumlar mı’ karşı çıktı? Hakkaniyetle düşünelim ve konuşalım; İnsan hak ve özgürlüklerinin güven ve teminat altına alındığı, her inanıştan insanın özgürce inançlarını yaşadığı, barışın ve adaletin hakim olduğu bir siyasal programınız var mı, oldu mu bugüne kadar? Bu soruya olumlu bir cevabınız olabilecek mi? Olmayacağına göre, neden o zaman size geniş hürriyet alanı açan bu kavrama yani ‘demokrasi’ye düşmanca bir tavır takınırsınız?
Bunları yazarken mahalleden bazı arkadaşlardan şiddetli tepki alacağımı bilerek yazıyorum. Dürüst olmak lazım. O insanlar, Allah’ın insanoğlu için en önemli vahyi ve nimeti olan ‘akıllarını’ kullanarak bir sistem oluşturmuşlar ve bu işleyen sistem onları siyasal, iktisadi, hukuki ve sosyal anlamda bir yerlere taşımış. Dünyanın herhangi bir yerinde zulme maruz kalan insanların sığındığı, nefes aldığı sahiller oluyor bu ülkeler… Kimse İslam dünyasındaki bir ülkeye veya Rusya, Çin, Kuzey Kore gibi insanın en kutsal hakkı olan özgürlüklerin kısıtlandığı totaliter rejimlerin cari olduğu ülkelere gitmeyi aklının ucundan bile geçirmiyor. Öyle değil mi? Bu tercih neden? Çünkü insanoğlu için en büyük nimet adil muamele görmek; düşüncelerini ve fikirlerini özgür bir şekilde açıklamak, yaşamak ve yaşatmaktır. Nerede böyle bir iklim görüyorsa oraya gidiyor. Tıp ki, Mekke’den giden muhacirlerin Habeşistan’a hicret etmeleri gibi…
Ez cümle derim ki, kuru kuru ‘Demokrasi’ düşmanlığını yapmanın geçer bir izahı olamaz. Burada bir hususa daha değinmekte fayda var; Siz insanoğlunun düşüncesinden, fikrinden ve makul bir yaşam sürmesinden dolayı kınanmayacağı, eğitim, sağlık, güvenlik gibi temel hak ve özgürlüklerini doyasıya yaşayacağı, insan olarak değer göreceği bir sistem geliştirip hayata taşıyamıyorsanız, birilerinin geliştirdiği mevcut olana tabi olmak, teslim olmak veya onu daha insani bir şekle sokmak durumundasınız.
Elbette bir Müslüman olarak mevcut ‘demokratik’ sistemi, nizamı aşan ve insanlığa dünya ve ahiret mutluluğu tattıracak bir siyasal teori geliştirmek gibi bir sorumluluğumuz var. Bu sorumluluğumuz bize, Batı medeniyetinin üzerinde doğacak yeni bir güneşin ziyalarıyla dünya insanlığını aydınlatacak bir sistemi geliştirememiş olmamızın mahcubiyetini yaşatıyor. Siyasetle ilgili olan her Müslüman aydının arayışının bu mahcubiyetten bir an önce kurtulma çabasında olması gerekir. Bunu başarmadan aklın geliştirdiği ve zararları azaltılmış bir siyasal sistem olarak ‘demokrasi’ karşıtlığı yapmanın ilmi bir dayanağı olmadığı gibi akli bir gerekçesi olamaz.