Türkiye’nin son yıllarda uğradığı değişimin birçok sorunlu yanı olduğu muhakkak. Ancak, hepimiz neredeyse tamamiyle siyasete odaklandığımız için, genellikle sadece bu alanda ortaya çıkan sorunları görüyoruz: Tek kişinin keyfî yönetimi, yasama organının işlevsizliği, adalet dağıtmaktan çok siyasî iradeyle uyuma öncelik veren mahkemeler, bürokraside ehliyet ve liyakatin yerini sadakate bırakması, kin ve nefret saçan bir siyasî üslubun gitgide yaygınlaşmas vb…
Oysa, bu siyasetin arka planında ve daha derinde cereyan eden ve asıl endişe etmemiz gereken başka bir şey var: Türkiye hızla bir ‘’toplum’’ olma özelliğini yitiriyor. Aslında bunun da temel nedeni siyasettir, ama siyasetteki sorunu azçok görebilenler bile ne yazık ki bu gerçeğin pek farkında değil.
Son yıllarda Türkiye siyasetine ârız olan marazî tarzın bireyleri bir araya getiren, onları ‘’toplum’’ yapan birçok değeri tahrip ettiği maalesef bir gerçek. Bugün, aile-içi olanları dahil olmak üzere genelde insanî ilişkileri ‘’sosyallik yönelimi’’ (sociability) yerine, siyasetin patolojisinin, özellikle de onun kutuplaştırıcı dilinin etkisi belirler hale gelmiştir. Bunun sonucunda, en başta, insanlar-arası güven duygusu zayıfladı. İskoç Aydınlanması düşünürlerinin toplum halinde var olmanın temellerinden saydıkları duygudaşlığın (‘’sempati’’nin) yerini husumet, haset ve nefret karışımı tuhaf bir duygu aldı. Dostluk ve arkadaşlık yerini bencilce bir vurdumduymazlık ve ötekine-aldırmazlığa bıraktı. Bu iklim elbette hoşgörü için de uygun değil. Nitekim hoşgörünün yerini ‘’zorla bastırma’’ aldı; insanlar artık farklılığa –saygı bir yana- tahammül bile gösteremiyor, kestirmeden onu yok etmek istiyorlar.
Ülke içinde bireylerarası ilişkilerde gözlenen bu patolojik halin elbette insanların dış dünyaya, başka halklara yönelik tutumları üzerinde de yansımaları var. Dış ilişkilerde sadece devlet yetkililerinin değil halkın da barış yerine savaşı tercih ve takdir etmesi büyük ölçüde bununla ilgili. Nitekim, ‘’Yurtta sulh dünyada sulh’’ şiarı sadece resmen değil, ‘’sivil’’ olarak da rafa kaldırıldı; varsa yoksa saldırgan bir hamaset, ‘’vuralım-kıralım’’ efelenmeleri…
Yabancı düşmanlığı almış başını gidiyor. İnsanlarımızın çoğu başka halklara, dillere, dinlere, kültürlere düşmanlık besliyor, onların yok olmasını istiyor… ‘’Her yer Türk/Müslüman olsun’’ diye içinden geçirenler, hatta seslendirenler mi, yüzleri kızarmadan irredentist iddia ve talepleri haykıranlar mı ararsınız… Bu ülkede hepsi var. Aslında zaten hep vardı da, böyle hissedenlerin sayısı son yıllarda zirve yaptı. Arkaplanındaki, hayatı değil de ölümü kutsayan milliyetçilik-dincilik karışımı bir hezeyanla birlikte…
Ancak, toplumu bir arada tutan değerler ve duygusal tutumlar derken, elbette referansım milliyetçi-muhafazakârların aile veya cemaat benzeri, sıkı-dayanışmacı birlik tasavvuru değildir. Ama eğer toplum dediğimiz şey en azından ‘’ortak yarar için bir işbirliği girişimi’’ ise, o zaman bireyler toplumsal işbirliği ve işbölümü için zorunlu olan ortak hissiyat ve çabaya olan ihtiyacı görmezlikten gelemezler. Adam Smith’çi bir dille söylersek, bireyler kendi özgürlüklerini ve çıkarlarını düşündükleri kadar, başta ‘’sempati’’ olmak üzere toplumun diğer üyeleriyle uyumlu duygusal tutum ve davranışlar da geliştirmek durumundadırlar.
Ancak, çoğu kişinin zannettiğinin aksine, bu ihtiyaç bireylerin bir ‘’ortak amaçlar’’ hiyerarşisi etrafında sıkıca kenetlenmelerini ve devlet tarafından işbirliğine ve dayanışmaya zorlanmalarını gerektirmez; bunun için bireylerin gönüllü çabaları gerekli ve yeterlidir. Yok eğer bireyler bunu yapamıyorlarsa, yani işbirliği ve dayanışma için haricî bir iradenin zorlmasına ihtiyaçları varsa, o zaman onlar aslıda toplum değildirler. Cebir siyasetin karakteristiğidir çünkü, sivil olan ise gönüllü olandır. Ayrıca, ortak yararda birleşmek için toplumun inanç, kültür ve hayat tarzı bakımından homojen olması da şart değildir. Asıl mesele zaten farklılıklara rağmen, daha doğrusu farklılıkları içinde bir toplum olabilmektir. Sözün özü, yeniden toplum olmamız gerekiyor. Bu, Türkiye siyasetini sağlığa kavuşturabilmemizin de önşartıdır.