İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ile ilgili savcılıklara intikal eden soruşturma dosyalarından çıkan bilgiler bir daha bizleri İslami düşüncenin nasıl bir erozyona uğradığını; yaşadığımız bu musibetlerin hangi sebeplere istinat ettiğini bir daha kör göze parmak misali göstermiş oldu.
Ancak bunun gibi kişi ve kurumlara, adalete ve eşit yurttaş hukukuna aykırı olarak verilen burs ve diğer ayrıcalıklar sadece İBB ile sınırlı kaldığını zannetmiyorum. Gerek diğer belediyeler ve gerekse genel yönetimde benzer binlerce usulsüzlüğün, yolsuzluğun yapıldığı kanaatindeyim. Bürokraside aktif bulunduğum dönemde beraber mesai yaptığım çoğu arkadaşın bu mevzulara çok teşne olduklarına şahitlik ediyordum. Hal diliyle, “başkalarına hak olan niye bize de olmasın?” madundaydılar.
Elbette geçmiş siyasi iktidarlar sütten çıkmış ak kaşık değillerdi. Ancak bunların bir farkı vardı. Halk bunları seçerken “Dindar insanlar; çalmazlar, çırpmazlar; yolsuzluk yapmazlar, yaptırmazlar; rüşvet verip, almazlar; haram yemez, yedirmezler. Evet, temsil ettikleri iddiasında bulundukları inanç ve ilk yıllardaki belediyecilik uygulamaları onların teminatı, senediydi. Bunun onlar için ne anlam ifade ettiği bilincinden çoktan uzaklaşmışlardı. Ankara’ya geldiklerinde bunu gösterdiler bize…Ankara siyasetine transfer olduklarında, metamorfoz bir değişime uğradıklarını gördük. Kamu imkanlarını şahsi ikbal ve beklentileri için kullanmaya çok hevesli nevzuhur bir anlayışla karşı karşıya geldiğimizi çok az sayıda akli selim insan gördü ve hemen itirazlarını geliştirdiler. Fakat önemli bir halk desteğini arkalarına alan bu siyasi kadronun kibirlerinden yanlarına yaklaşılmıyordu.
Cenahın sermaye/güç sahipleri ise, parti örgütlerini vesayetleri altında bulundurarak mühendislik projeleriyle bu siyasi kazanımı nasıl ekonomik ve siyasi bir ranta dönüştüreceklerinin hesabını, kitabını yapıyorlardı. Bürokrasiyi de buna göre dizayn ediyorlardı; “Davamıza (!) kim daha iyi hizmet edecekse onu tercih edelim!” hesabı…Bugüne kadar iktidar imkanlarından uzak tutulan bu kesim bu vesileyle pazara iniyordu. İnerken de hasbi değil hesabiydi. Ölçüsüzdü, kuralsızdı.
İşte burada “vücudun tüm azaları başa bağlı” veya “cemaat imama uyar” hesabıyla o günün siyasilerine şunu öneriyorduk; Eğer Başbakan kesin bir kararlılık gösterecek olsa kimse olumsuz bir icraatın içinde olmaya cesaret edemez. Ki Allah, arkanıza çok önemli bir toplumsal desteği koymuş. Bunu başarabilecek güç ve kudrettesiniz. Sadece güçlü, sağlam bir niyet ve buna munzam bir eylemlilik hali…Bu temenni ve dileğimizin, sadece iyi niyetimizin bir tezahürü olduğunun farkındaydık. Zira tercih ettikleri kadro ile bunun gerçekleşme imkanının, zemininin bulunmadığı şeklindeki öngörümüze rağmen şunu da öneriyorduk;
“Başbakan, bakanlar kurulundaki ilk toplantısında orada bulunan bakanlara yemin ettirip ve onlara da; kendi maiyetlerinde çalışan bürokratlara aynı şekilde yemin ettirmelerini önerip; “Bulundukları görevlerde asla adalete/hukuka; kişi hak ve hürriyetlerine kast edecek bir tutum ve davranış içerisinde bulunmayacaklarına; yolsuzluğa; usulsüzlüğe rıza göstermeyeceklerine; buna tevessül eden olursa onlara en şiddetli tepkiyi göstereceklerine; görevlerinden uzaklaştıracaklarına; harama, zulme rıza göstermeyeceklerine, meyletmeyeceklerine v.s.” dair sağlam bir söz almaları…Ne yazık ki, bunu yapabilecek bir ahlaki anlayışı çoktan yitirmişlerdi. Siyasetin finansmanı adına çok yönlü ilişkiler ağı kurulmuş ve aktif bir şekilde işliyordu. Haksız zenginleşme tam gaz devam ediyordu. Toplum yararına bir katma değer üretmeden haksız kazançlar temin eden yeni türedi zenginler oluşmaya başlamıştı.
İşte burada Kitabın çok önemli bir uyarısına muhatap oluyoruz. Allah ilk önce bir olay üzerinden Peygamberini uyarıyor ve bize de önemli bir hukuk dersi, anlayışı bırakıyordu. Daha önce birkaç yazımda mevzu ettim. Ancak bu hakikati ne kadar çok tekrar etsek de azdır. Bugün tüm problemlerimizi çözecek ilahi bir hakikat… Hukuk düzeninin sağlanması…Medine’de sözüm ona Müslümanlık iddiasındaki bir şahıs diğer bir Müslümanın un çuvalında saklı zırhını çalar. Çaldığını evine götürürken ‘un’un yere dökülmesiyle zırhın nereye gittiği anlaşılır endişesiyle ve telaşıyla zırhı götürür komşusu bir Yahudi’ye; “Bir yere gideceğim, sen de emanet dursun” yalanıyla oraya bırakır. Sabah olduğunda zırhının yerinde olmadığını gören zat un izlerini takip edip hırsızın evine gelir. “Zırhın kendisinde olmadığını, isterse gelip yoklayabileceğini ve hatta un izlerinin nereye doğru devam ettiğini takip edebileceğini” söyler. Adam eve bakıp zırhı görmeyince Yahudi’nin evine varır ve zırhın gerçekten orada olduğunu görür. Yahudi, her ne kadar mevzuyu anlatmak istemişse de muhatabını inandıramamış ve olay bu haliyle Hz. Peygamber’in hakemliğine gelmiş.
Mahkemenin olacağı günün akşamında bir araya gelen hırsız ve yakınları ertesi gün Hz. Peygamberin huzurunda savunmalarını nasıl yapacaklarını konuşurlar ve şu eminliğe de sahiplerdir; “Muhammed herhalde bizi bir Yahudi’ye değiştirmez.” Ve Yahudi ise tam aksi bir kanaatle, “Herhalde Muhammed beni bir din kardeşine değiştirmez” umutsuzluğuna sahiptir. Bu hal üzere mahkeme başlar. Akşamdan mizansenlerini/tezlerini güçlendiren hırsız ve yakınları orada inandırıcı bir savunma yaparlar. Her ne kadar Kitapta geçmiyorsa da ayetlerin bağlamından şöyle bir sonuç çıkarılabiliyoruz; “Hz. Peygamber Müslümanların kendisini aldatmayacakları gibi bir zanna / eminliğe sahip.” Hani meşhur ifadesiyle; “Kişiyi nasıl bilirsin? Kendim gibi…” İşte bu haleti ruhiye içerisinde Hz. Peygamber, Müslümanlık iddiasındaki hırsız lehine tam hüküm vazedecekken ard arda adeta şimşek gibi on ayetlik bir vahiy iniyor. İlk ayet;
“Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma.” (Nisa; 105)Şiddetli ikazı gördünüz mü? Bu ikazın muhatabı kim? Başta Hz. Peygamber ve sonrasında Müslümanlık iddiasında bulunan herkes… Müslüman hırsız “hain” olarak vasıflandırılıyor; Yahudi ise mazlum konumunda…Peygambere, Hadid Suresi 25. Ayetinde de ifade buyrulduğu gibi adeta Kur’an’ın yeryüzünde adaleti inşa etmek üzere gönderildiğini ve dolayısıyla bunun dışında hiçbir mülahazaya iltifat etmeden “kim olursa olsun zalime karşı mazlumdan taraf olması” ihtar ediliyor. Kur’an’da Hz. Peygamberin en sert uyarıldığı ayetlerden biridir. Ve öyle ki, Hz. Peygamber’den meylettiği kanaatten dolayı bağışlanma dilemesi emrediliyor “Ve Allah’tan bağışlanma dile, Gerçekten Allah, bağışlayandır esirgeyendir.” (Nisa:106)Yani, “Sırf inanç kimliklerinden dolayı az kaldı hainlerden taraf hüküm verecektin. Bu öyle bir meyletme ki, af dilemeyi gerektirir.
Şimdi gelelim bu ayetleri bugünümüze soyutlamaya…Karar verme makamında olanlar (sadece mahkemelerdeki hakimler değil; yönetimde karar sahipleri için de geçerli) hükümlerini oluşturmada kesinlikle kişilerin inançlarına, ırklarına ve sair diğer kimliklerine bakmadan doğrudan hukuku tam bir tarafsızlıkla uygulamaları beklenir.
Farkında mıyız, değil miyiz; “Nisa Suresinin bir Yahudi’nin hukuku ile ilgili bu on ayetlik bağlamı namazlarımızda kıraat edebiliyoruz.”
Namaz nedir? Müminlerin Allah’la münadi oldukları bir haldir. Adeta hal diliyle kendimizi Allah’a arz ediyoruz. Ve O’na söz veriyoruz; kıraat ettiğimiz vahyine uymayı ve gereğini yapmayı taahhüt ediyoruz. “Kimsenin kimliğine bakmadan, ihtilafa düşen insanlar arasında adaletle hükmedeceğimize” dair söz veriyoruz.
Peki, öyle mi yapıyoruz gerçekten? Hadi bakalım buyurun muhasebeye! Lütfen hiç kimse yaptıklarını soğuk bir muhasebeye tutmadan cevap vermesin.
“Peygamberin bile şiddetli bir şekilde uyarıldığı bir mevzuda biz ne durumdayız?” diye kendimizi sığaya çekelim. Hiçbir kınayıcının kınamasından da çekinmeden çıkardığımız sonucu paylaşıp, ikrar edelim ve nedamet duyalım ki, bir başkalarına da ders olsun.
Bakınız, daha önce mevcut iktidarla iş tutan bir suç örgütü lideri onlarca ifşaatta bulundu. Ve bugüne kadar yine onlarca yolsuzluk söylentisi konuşuldu. Ne yazık ki, hiçbirisi doğru dürüst inceleme ve soruşturma konusu bile yapılmadı. Yapanın yanına kar kaldı.
Peki, sorarım şimdi; bu Nisa 105 ila 115. Ayetler bu Müslümanlık iddiasında bulunanlar için ne anlam ifade ediyor? Buyurun cevabını bekliyorum…“Nas” gibi bir derdimiz vardı, değil mi?