Tarihi günlerden geçiyoruz. Bütün dünyada yerli ve popülist, otoriter tek adam rejimlerinin yükselişi geçtiği; bilinen, ön görülebilir demokratik siyaset usullerinin ciddi baskı altına alındığı bir dönemden geçiyoruz. Rusya’da Putin, Çin’de XiJinping, Macaristan’da Orban, Hindistan’da Modi, İngiltere’de Brexitçiler ve en önemlisi ABD’de Trump Yönetimi dünyada ikinci dünya harbinden sonra tesis edilen düzeni ayakları altına almak için canhıraş bir gayret içerisindeler. Her yerde siyasetin uç kesimleri, aşırı sağcılar, ırkçılar, yabancı düşmanları, İslam fobisi olanlar, çoğulculuğa, hoşgörüye ve birlikte yaşama iradesine düşman siyasi hareketler güçlenmekte. Latin Amerika’nın en önemli ülkesi Brezilya da yakında bu dalgadan nasibini alacak gibi gözüküyor.
Biz de dünyanın bu menhus gidişatına erken ayak uydurmuş bir ülkeyiz. 2010-2011 yılına kadar dünyayla entegre olmak isteyen, beş yılda ekonomisini üç kat büyüten, AB ile tam üyelik için müzakere eden, İslam dünyasında ilham kaynağı olarak görülen günlerden bugünlerin dinci-milliyetçi ve otoriter düzenine geçiş yaptık. Ülkede çoğulculuk ve hoşgörü adına ne varsa yerle yeksan edildi. Demokrasi ağır bir kuşatma altına alındı. Seçimler mutat zamanlarda yapılan, adil olmayan şartlarda cereyan eden ritüeller halini aldı. Muhalefet partileri olan biteni doğru tahlil etmekten uzak, şuursuz, mevcut düzenin devamına meşruiyet sağlayan aktörler haline geldi.
Türkiye bu mevcut yönetim modeli ile bir süre daha yoluna devam edecek gibi görünüyor. Bu süreçte ülkenin siyaset mekanizmasının, ekonomisinin, kurumlarının ve Cumhuriyet’in önemli kazanımlarının hoyratça harcandığını ve içlerinin boşaltıldığını ibretle izliyoruz. Yine de ümitli olmak için sebep vardır. Çünkü, bütün parasal, siyasi ve psikolojik üstünlük iktidar bloğunda olduğu halde, muhalefet partileri beceriksiz ve ilham vermekten uzak olmalarına rağmen toplumun en az yarısı – belki daha da fazlası – olup bitenden hoşnut değil, kaybettiği demokratik kazanımlarını geri istiyor ve dayatılmaya çalışılan düzenin parçası olmak istemiyor. Kısıtlı da olsa sosyal medya aracılığıyla toplumsal bir tartışma yürütmeye çalışıyor, demokrasi özlemini canlı tutuyor. Bu gerçek Türkiye’de normal bir demokrasi tesis etmek isteyenler için bir umut olmaya devam etmektedir. Evet, muhalefet bloğunun da ülkenin siyasal geleneklerinden kaynaklana ağır problemleri, saplantıları ve kabileciliği vardır. Sayılacak bir sürü kusuru vardır. Tüm olumsuzluklara rağmen yaşadığımız sürece Türkiye muhalefetinin ortak demokratik bir platformun tarifini yaptığı veya öğrendiği bir süreç olarak bakmak ta mümkün. Belki de Türk’ü, Kürd’ü, sağcısı, solcusu, liberali, ülkücüsü, sosyalisti hatta apolitiği bile yaşadığımız sürecin sonrasında nasıl bir Türkiye inşa edilmesi gerektiği hususunda ağır ve maliyetli bir öğrenme süreci yaşamaktadır. Belki de – bilmeyerek hatta gönülsüz olarak ta – bir arada yaşamanın çerçevesini, siyasal şartlarını ve psikolojik iklimini düşünmeye zorlayan bir dönemden geçmekteyiz. Tabii ki bu oldukça iyimser bir yorumlama. Bu sürecin bu şekilde değerlendirilemeyeceği, ortak demokratik bir platformun sınırlarının çizilemeyeceği ihtimali de ciddi bir olasılık olarak karşımızda durmaktadır. Ne var ki, biz demokratların ısrarla ve inançla hür bireylerin toplumsal bir kontratla bir arada yaşayabileceği bir Türkiye’yi düşünmek ve hayal etmek sorumluluğu vardır. Demokrasi, hoşgörü ve farklı renklerimizi bir zenginlik olarak gören siyasi bir duruş ve bakış açısını canlı tutmalı, ifade etmeli ve savunmalıyız. İçinde taşıdığımız hür ve demokratik Türkiye hayalini bugünlerin otoriterliğine feda etmemeliyiz.
Bugün dünyada yaşanan bu otoriter tek adamlık dalgası kalıcı değildir. Özellikle ABD’de Trump Yönetiminin akıbetini yakından takip etmekte yarar vardır. Trump demokratik yollardan iktidardan düşürüldüğü vakit dünyada demokrasiye ve inandığımız değerlere yeniden sarılan bir inanç ve şevk dalgası yayılacaktır. Toplumlar tadını aldıkları demokrasi ve hoşgörü kültürünü kolay kolay bırakmak istemiyorlar. Her ne kadar, siyasal kabilecilik, içe dönmecilik, aşırı milliyetçilik ve dini fanatiklik etrafı sarmış gözükse de dünyanın demokratları da boş durmamaktadır. Karşı karşıya gelinen bu otoriter dalgaya karşı bir reaksiyon geliştirmek aşamasındalar.
Türkiye’de de demokrasi, çoğulculuk, hoşgörü ve bir arada yaşama iradesi olan milyonlar siyasal ifadesini er geç bulacaktır. Bizlere düşen ödev demokrasi meşalesini elden bırakmamak, ısrarla hür ve demokratik bir sistem talep ettiğimizi hatırlatmak, çoğulculuğun erdemlerini anlatmak, kişiler üzerinden değil temel değerlerimiz üzerinden siyasi bir duruş almaktır. Gün gelecek bu günler de aşılacaktır. O gün geldiğinde insanca yaşayabileceğimiz bir ülkenin hangi ortak değerler ve prensipler çerçevesinde kurulacağını bilmek ve hazırlıklı olmak durumundayız.