“Bir problemin çözümü, muhatapları ile konuşmaktan geçer.”
Dünya virüs tehdidi ile karşı karşıya ve hazırlıksız yakalandı. Sözleri, yazıları, herkesin kendi penceresinden değerlendirmeye devam ediyor. Korona virüs tüm dünyada insanların gündemini oluşturdu. Nereye götürür bilmiyoruz.
Felaket kapıdan girdi, algı oluşturmaya gerek var mı? İmtihan mı, ceza mı kavramları üzerinde durmak kaçınılmaz. Bu felaket gelmeden önce, bu duruma çözüm aramak mümkün değildi. Toplum ihtiyacının peşinde koşuyor. Hepimizin iyi veya kötü alışkanlıkları var. Kimisiyle uzun yıllar yaşantımızda tanışığız, kimisinin farkında bile değiliz. Bazen yağmurda şemsiye kullanırız ama onu ıslanmadan önce düşünmeyiz. Aç insanın toktan alacağı olduğunu, fakirin zenginden alacağı olduğunu, annenin evladında alacağı, her canlının zıddından alacağı olduğunu ne zaman dara düşünce anlıyoruz. Tanrı kaderi ve sevinci yaşama ve yaşatmayı akıl vererek sana bırakmış, yaşa, yaşat, hak ve vazife kapsamında değerlendir diye. “Rahat yatakta Allah aranmaz” sözü vardır ki, dert bulaştığı an düşünme sistemi, bulaşmadan önceki ile farklı oluyor. Teslimiyetçi, bağnaz, işbirlikçi, ödlek, çıkarcı makam ve güç sahipleri el ele vermiş, sadakat, itikat ve irtibata sığınarak her direnç kıvılcımını çatlatmadan söndürme, her baskıya boyun eğmelerini sağlama gayreti ile daha çok güç, daha çok dünya malı, daha çok otorite, daha çok zulüm gayretindedirler. Elini yüreğinin üstüne bastırarak ben bir insanım diye düşünemiyor, “ben böyle düşünüyorum” demekle olmuyor. Akıl yürütme yetisinin hatalı kullanılmasının nelere mal olacağını başına gelen felaketlerle anlamaya çalışıyor. Yorumlar, bilgi, cehalet her şey birbirine karışıyor. Bilinmeyen, aslında bilinip, unutulan bir şey var ki o da “ölüm”. “Hayat kırık bir bardaktaki su gibidir, içsen de biter içmesen de biter” diyen Neyzen Tevfik kadar düşünenler olsa idi bugünler geçmişten daha güzel olmaz mıydı? Kısır ortamı dolaylı karalama, sahte açmaz, felaket tellallığı, laf cambazlıkları, uydurma din dâhileri, gece gündüz televizyonlarda, basında, siyasi alanlarda temelsiz, sorgulanmamış “DEDİ” sözleri hayatın sonunu getirdiğinde, toprak açılıp içine aldığında ne olacak?
Tercihlerinizi, size söylenenleri ya da duyduklarınızı sorgulayın. Merdiven çıkarken sonunu gördüğünüz basamağa ulaşmayı mutluluk olarak görürken, hayatın her an merdivenin son basamağı olacağı niçin düşünülmez? Masum insanlara tuzaklarla, iftiralarla, şeytanlaştırarak hakikat divanından kaçan, Nemrut düşünürleri bu hayat bitmez mi sanıyorsunuz? Bir virüsle bile baş edilmenin zorluklarını şu an yaşayanlar “akletmez misiniz?” Öğrenin ki arkanızı dönüp gideceğiniz zamanı doğru kestirebilirsiniz. Kendiniz yapıyorsunuz da yapmayın. Ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun. Sonra bir de bakarız ölen öldüğü ile giden gittiği ile kalmış. Başladığımız yerde, hatta belki de başladığımız yerin gerisinde kalmışız. Hayal kırıklığına uğramışlar, yardım alabileceğine dair umudu olmayanlar ve kendi topuğuna sıkıp durmak alnında yazılıymış gibi hissedenler ve bunları yaşatıp gülenler, izleyenler, nemelazımcılar, siz de “akletmez” misiniz? Zorlu gerçeği görün ve deyin ki aklımla “düşmanı anladık, yüzleştik ve o biz miyiz?” deyin. Yüzleşmek, özür dilemek, af dilemek çok anlamlıdır. Kaderimiz olan bu ülkemizde yarıdan fazlasını terörist, hain, işbirlikçi ilan edenler, beka sorununu yaratanlar, vatan ve millet düşmanı diye ayrıştıranlar Yaratanın verdiği nimetlerin “TAD”ını zehire çevirirsin. Bu vebalden kurtulamazsın. Virüs kafanda taşıdığın bütün çirkinlikleri unutturur. Bilim ve akıl ararsın.
Aziz Paul Romalılara “ben istediğim şeyi yapmıyorum ama nefret ettiğim şeyin ta kendisini yapıyorum” diyor. Evet nefret ettiğimiz şeyleri kendimiz yapıyoruz. Pek çok düşünür söyler ama Hasan Ali Yücel “İyi Vatandaş ve İyi İnsan Kitabında” der ki;
“Nefret ettiklerinizle ilişki kurun, çok arzu ettiklerinizden uzak olun, ölçüsüz olursa sizi kötülüğe götürür.”
Yani, nefsinin ihtiyacını karşıla ama her arzusunu karşılama. Anlamı, uygulamalarda yaşarmış kurallar.
Kendisine zarar veren şeyleri neden yaptığı insan zihninin en büyük gizemlerinden birisidir. Bu çok çelişkili gözükür, çünkü birçok eylemimiz bize zevk, gurur, kibir, sevgi ya da ustalık veren şeyler tarafından güdülür. Buna zevk prensibi denir ve bu insan davranışının büyük bir kısmını açıklar.
Her senaryoyu, belki başkalarını yok eder düşüncesi ile planlayabilirsiniz ama onun size dönmeyeceğini kim garanti edebilir?
Eğer kendinize zarar veren alışkanlıklarınızı kontrol etmek istiyorsanız, sizi büyüsü altına alan senaryoyu onaylamanız hayati derecede önemlidir. Çelişen iki fikri aynı anda tutmanın endişe yarattığını biliriz. Endişeli hali gerçekten sevmeyiz, dolayısı ile gerçekliği çarpıtır ve bizi daha rahat fikirde uzlaşırız. Çünkü çıkarımız o yöndedir. Ötekinin çıkarını öteler, görmeyiz. Asıl imtihan buradadır. Richard O’Connor “Devrimci Beyin” kitabında “kötü alışkanlıklarınızı yıkın” diyor. Problemi çözme, onu yaratanlarla ilişki kurmakla olur, dışlamakla olmaz.
Alev Alatlı “Ben Böyle Düşünüyorum Demekle Olmuyor” kitabında, “zekâ ham akıldır yetmez. Terbiye edilmemiş akıl âtıl kalır. Aklın ölçüsünü tutturamamış düşünce nafiledir. Aklını başına topla, mantıklı ol”, “Söz dinlemeye razıyım ama akla ölçü dayatan kim, onu bilmek istiyorum. Aklın ölçüsü mantık, eskilerin “mizan-ül akl” dedikleri mantık. Düşünmenin tuğlası, demiri, çimentosudur” der. Dediğim dedik mantık dışıdır. Ne pür beyaz vardır ne de pür siyah. Kimse bütünüyle haklı ya da haksız değildir. Basit isimlerle külliyen suçlular diyen karar vericiler hiç mi “akletmesiniz”. Beyinlerinizdeki hasarı niçin görmezsiniz ki haksızlığa uğrayan tüm insanların ahını alıyorsunuz. Einstein “Matematik kanunları gerçeği yansıttığı sürece kesin değillerdir. Kesin olduklarında da gerçeği yansıtmazlar” der. Kutsal kitaplarda bir kitap olduğu halde onlarca yorumlar olabiliyor. Bir şey doğru da olabilir yanlışta olabilir, “yorum”. Bir düşünür “Ben bilime bilim demem, bilim üretimi arttırmıyorsa!” diyor. Akıl da depo yeri değil, üretim yeridir. Geleceği ışık tutarken geçmişten faydalanabilir.
Şu an yaşadığımız virüsten kurtulma için neler ortaya atılmıyor ki. Dini açıdan ele alanlar, bilimle açıklayanlar, herkes kendi penceresinin kölesi gibi. Ama ortada bir gerçek var ki bir virüs tüm insanlığı baskı altına alabiliyor 21. yüzyılda akıllı zekâ, dijital dünya, yeni bir güç arama, ışınlama yüzyılı olacak derken “Korona virüs” gündeme düştü. Baharı yaşayıp, kıymetini bilmeyenler kışı görünce telaşe düşerler. Her musibet insanı düşündürür. Umarım uzmanlar, bilim adamları bu belayı tez elden çözümle önüne geçerler. Benim burada anlatmak istediğim insanoğlunun ne olduğunun değil ne olacağını düşünerek kendini tanıması düşüncesinin nasıl oluşabileceğidir. Ateş yakmadan ateşin, yemek yemeden tadın bilinmeyeceği bir gerçeği ile “İNSAN”, “ERDEMLİ İNSAN” olduğumuzun farkına vararak yaşayalım ve yaşatalım. “İyileri görüyorum ama kötülerin peşinden gidiyorum” diyen SPINOZA’yı anlamak gerekiyor.
Ağlama, öfkeyle söz söyleme yerine bu belayı anlamaya çalışalım. Hayatı anlamaya çalışalım. Sadece var olmayı değil, yokluğu da düşünelim. Var olan şey ne olursa olsun, onu yok edebilecek kadar güçlüsü de vardır.
“Doğada hiçbir şey tesadüf değildir. Tesadüf gibi görünen bir şey, aslında bizim bilgisizliğimizden kaynaklanır” diyor SPINOZA.
Bu virüs de tesadüf değil. Bizler daha iyi, insanlığa faydalı şeyler üretmek düşüncesi ile beladan kurtulabilirizi. Akıl, ilim, araştırma bunun ortamını hazırlar düşüncesiyle.