Kısa bir jeolojik zaman dilimi içinde ve hatta çok ani olarak biyolojik çeşitlilikte yaygın ve hızlı bir azalma ve çok sayıda türün yok olması kitlesel yok oluş olarak değerlendirilir. Bu yok oluş süreci bazen bir ani olay olabilir, bazen de değişen koşullar ve oluşan yeni koşullara veya çevresel şartlara çoğu türün adapte olamaması.
Başta fosil kayıtları olmak üzere tüm işaretlere göre son 5,6 milyar yıllık Jeolojik kronoloji içerisinde delilleri bulunan yaşanmış beşi büyük ve hemen hemen yirmiyi bulan değişik ölçekte kitlesel yok oluş yaşanmıştır. Ordovisiyen, Devoniyen, Permiyen, Triyas ve Kretase’de yaşanmış bu beş kitlesel yok oluşun birisinin nedeni olarak dinozorları öldüren asteroit etkisi gösterilirken diğer dört kitlesel yok oluşun gerekçesi ise volkanik aktiviteler ve buna bağlı atmosfer özelliklerinin bozulması olmuştur. Diğer yok oluşlarda ise dünyadaki buzul döngülerinin başlaması ve deniz seviyesindeki değişiklikler, atmosfer ve okyanus kimyasında değişiklikler, iklim değişikliği, derin okyanuslardaki oksijen seviyelerinde azalma gibi nedenler öne çıkmaktadır.
“Geçmiş geleceğin anahtarıdır” ilkesinden hareketle atmosferde toz ve partikül aerosollerin, kükürt ve sülfür-oksit gibi kirleticilerin artışı, asit yağmurları ile çöken ve birçok organizmayı zehirleyerek yayılan sülfür-oksitler ve kükürt-oksitler gıda zincirlerinin çökmesine daha fazla katkıda bulunur. Ani sıcaklık ve basınç değişimleri de biyolojik yıkıma ve ardından metan artışına yol açar. Metan, karbondioksitten çok daha güçlü bir sera gazıdır, bu nedenle bir metan patlaması hızlı küresel ısınmaya neden olabilir veya patlamanın kendisinin küresel ısınmadan kaynaklanması durumunda çok daha şiddetli hale gelebilir. Yakındaki bir nova, süpernova veya gama ışını patlaması Dünya’nın ozon tabakasını yok ederek organizmaları Güneş’ten gelen ultraviyole radyasyona karşı savunmasız bırakabilir. Güneşin nihai ısınması ve genişlemesi, nihai olarak atmosferik karbondioksitin azalması ile birleştiğinde, küresel olarak sterilize bir dünya ortaya çıkabilir. Böylece fotosentez yapan veya nefes alıp veren organizmalar gittiğinde, atmosferik oksijen artık yenilenemez. Sonunda oksijen kaybı, kalan basit aerobik yaşamın boğulma yoluyla ölmesine neden olacaktır.
Hangi nedenlerle olursa olsun kitlesel yok oluş sürecinde canlılar bir baskı süreci yaşamaktadır. Dünya’nın karbon döngüsünün bozulması kitlesel yok oluşların en büyük itici gücü olarak fotosentez döngüsünü engellenmekte ve gıda zincirlerini kırmaktadır.
Esasında içinde bulunduğumuz gezegenin yaşanılabilir olması sahip olduğu sistemlerin varlığından dolayıdır. Bu sistemler tek başlarına olmaktan ziyade birbirleriyle bağlantılı ve bağımlı olarak bulunmaktadır ve büyük bir etkileşime sahiptirler. Dahası birbirleri ile zincirleme süreçler oluşturmaktadır. Sürecin herhangi bir noktasında yaşanan olumsuzluklar diğer sistemlerde de olumsuz yansımalar meydana getirmektedir. Böylece olumsuz bir döngü söz konusu olmaktadır. Günümüz dünyasında insan ve çevre ilişkilerinde yaşanan gelişmeler ve zararı hiçbir şekilde telafi edilemeyecek geri dönüşü olmayan doğal sistemler üzerinde meydana gelen yıkımlar büyük boyutlara ulaşmıştır. İnsanların fosil yakıtları yakarak, her yıl milyarlarca ton karbondioksit ve diğer gazları büyük volkanik faaliyetlerdeki gibi atmosfere enjekte etmektedir. Bu yavaş seyreden doğal bir olayın hızlandırılmış yapay bir taklidinden başka bir şey değildir.
Önceki kitlesel yok oluşlar ölümcül olaylar olsa da kuş olmayan dinozorların ortadan kalkmasını müteakip memelilerin ve kuşların doğal ekolojik alanlarının genişlemesi ile sayıları ve gezegenin yaşam biçimlerinin hayat alanı olmasını sürdürmüştür. Ancak içinde bulunduğumuz süreçte bu sefer tümden bir yok oluş mu? Hepimizi kaygılandırmaktadır. 1900 yılından bu yana yaşanan yok olma, şimdiye kadar olanların 1000 mislidir. Dünya’da yaşayan hayvan bireylerinin %50’sinin yok olduğu ve bu kaybın insan varlığının devamını da tehdit ettiği ileri sürülmektedir. 2019 küresel biyoçeşitlilik değerlendirmesi 8 milyon türden 1 milyon bitki ve hayvan türünün şu anda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ortaya koymuştur. Bugün, yok olmalar doğal olarak olduğundan yüzlerce kat daha hızlı gerçekleşiyor. Şu anda kritik olarak nesli tükenmekte olan canlıların veya savunmasız olarak nitelendirilen tüm türler gelecek yüzyılda nesli tükenirse ve bu yok olma oranı yavaşlamadan devam ederse, kitlesel yok olma düzeyine 240 ila 540 yıl içinde yaklaşabiliriz. Bu süre jeolojik kronoloji içerisinde bir göz kırpması süresinden fazla değildir. Bu saptamalar altıncı kitlesel yok olma olayının veya biyolojik imha sürecinin devam ettiğine işaret etmektedir. Fakat bugün yaşanmakta olanlar ve büyüklüğü nispeti ve karakteri nedeniyle olası altıncı bir kitlesel yok oluş ise önceki doğal etmen ve süreçlerden çok farklı olarak çok yeni bir gerekçeye atfedilmektedir. O gerekçe ise yeryuvarın en son misafiri olan İnsandır. 1900’lü yılların başında 1 milyar civarında olan nüfus bu gün günümüzde 7,77 milyara ulaşmıştır. Prehistorik insanlar, temel ihtiyaçları için yeryüzü üzerinde basit faaliyetler yapıyorlardı. Bilim ve teknolojideki gelişmelere bağlı olarak zamanla bu faaliyetler karmaşık ve çok yönlü hale gelmiştir. Ekosistem ve süreçlerine insanın etkin katılımı son on bin yılda başlamış ve bu katılım günümüzde müdahale halini almış ve en etkin etmen ve süreç olma yolunda mesafe kat etmiştir. Özellikle sanayi devriminden sonra insanın etkisi çok hızlı bir şekilde artmıştır. Günümzüde bu etki doğrudan ve dolaylı olarak son derece olumsuz şartlar meydana getirmiştir ve birer afet, birer felaket olarak tezahür etmiştir, etmektedir.
İnsan kaynaklı kirlilik, fosil yakıt tüketimi, küresel iklim değişiklikleri, biyoçeşitlilik yıkımları, gıda güvencesi gibi insanın uzun süreli kitlesel yok oluşa neden olabilecek etkilerinin ötesinde ani ve kısa bir zaman diliminde doğrudan neden olabileceği kitlesel yok oluş süreçleri de tehlike teşkil etmektedir. Bunların başında nükleer teknoloji, santraller ve kitle imha silahları; İnsan kaynaklı yapay virüs ve bakteri salgınları ile biyolojik savaşlar ve terörizm; Doğal olmayan genetik müdahaleler, hormon denge ve düzenin bozulması ile üreme sistemlerindeki yıkımlar belirtilebilir.