Terim olarak evrensellik; anlayış bakımından, hem bilgi hem de siyasal alanlarda genel geçer ilkelerin var olduğunu öne süren ve bu ilkelerin dünyanın her yerinde mutlak geçerliliğini savunan anlayış biçimidir. Gerçekliğin bir bütün olduğunu ve onun bilgisinin de bir bütün olarak var olması gerektiğini öne sürer.
Âlemşümul, cihanşümul, tüm insanlığı ilgilendiren, dünya ölçeğinde/çapında gibi anlamlara gelen evrenselliği, herhangi bir düşünce, fikir veya inancın bütün zaman ve mekânlara şamil olması ve herkese hitap etmesi şeklinde tarif edebiliriz.
İslâm’dan sonra bir din, Hz. Peygamber’den sonra da bir peygamber gelmeyeceğine göre, bu dinin, kıyamete kadar insanoğlunun ihtiyaçlarına cevap vermesi ve getirdiği esasların sonuna kadar geçerli olması gerekmektedir. Daha kısa bir ifade ile bu dinin, evrensel olması zaruridir.
İslam’ın ilahi kaynaktan neşet ediyor olması ve bugüne kadar yeryüzüne indirilen vahyinin herhangi bir tahrifata uğramadan muhafaza edilmesi ve özü itibariyle zamanlar ve mekanlar üstü (kıyamete kadar hükmünü icra edecek son din) olma iddiası ona ‘Evrensel’ mahiyet kazandırıyor.
Her inanç ve ideoloji evrensellik iddiasında bulunabilir. Kendilerine göre izahlar getirebilirler. ‘Ne kadar öyledir veya değildir’ hususu bu yazının konusu değildir.
İslam, belli bir zamana ait olmayıp bütün çağları kucaklayacak hüküm ve prensiplere sahiptir. Maide Suresi’ndeki, “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslamiyet’i seçtim” (Maide:3) ayetinde de ifade edildiği gibi din tamamlanmıştır. Ona ilaveler yapmak, mevcut hükümleri başkalarıyla değiştirmek, onun kemali ile bağdaşmaz.
İslam’ın mekan boyutu ise; İslam’ın bütün dünyayı ve bütün insanlığı ihata etmesidir. İslam bütün insanlığı bir bütün olarak telakki etmektedir. Allah, bütün insanlığın yaratıcısı ve âlemlerin yegâne Rabbi olması sebebiyle, onun gönderdiği son ilahi din İslam da elbette bütün insanlığın dini olacaktır.
İslam dininden başka, bu nitelikte olan bir din ve inanış biçimi yoktur. Örneğin; Tevrat’ta Yahudiliğin evrensel olduğuna dair bir kayıt mevcut değildir. Aksine, Yahudiliğin tamamıyla İsrailoğullarına mahsus bir din olduğu geçmektedir. Hıristiyanlığa gelince; Hz. İsa kendisinden önceki peygamberler gibi o da belli bir kavme gönderilmiş ve kendisinden sonra gelecek peygamberi müjdelemiştir. Bu peygamber Hz. Muhammed’dir (sav).
Aynı zamanda Kuran Hafızı da olan Mısırlı kıpti Ortodoks Dr. Nazmi Luka, “Yahudilik ulus dini, Hıristiyanlık gönül dini, İslam ise insanlığın dini” der (Muhammed er-Rasul ve’r-Risale) adlı eserinde!
Türkiye’de uzun yıllardır seslendirilen ve taraftar bulan bazı nitelemeler var; ‘Türk İslami, Arap İslamı v.s.”… Niyetleri/arka planı ve izahları ne olursa olsun bu kavramsallaştırma doğru değildir ve dinin mahiyetine ve de özüne de uygun düşmüyor. Ne demek Türk veya Arap İslam’ı? İki veya çoklu bir İslam inanışı mı var? Kur’an’ın ahkamı ile ilgili farklı yorumlar sözkonusu olabilir ancak bu yorumların hiç birisi ‘dinin’ kendisi değildir, olamaz. Sadece Allah’ın muradı ile ilgili yaklaşık anlamlandırmalardır. İslam dini bir ırka veya zümreye hapsedilemez. Çünkü ‘İslam’, bir ırkın, bir kavmin dini olarak değil yeryüzünde yaratılmış insanlığa Rahmet olarak gönderilmiş ekmel (tamamlanmış) dinin adıdır. Kur’an yeryüzünde söylenecek sözü tamam kılmıştır. Ondan sonra söylenen/söylenecek her söz ve cümle aslında mikro düzeyde de olsa önceden ifade edilmişlerdir. Sadece zamanı gelince tekrarlanan hakikatlerdir.
Hakikat tastamam böyledir ama gel gör ki yeryüzünde yaşanmakta olan İslam anlayışı bu hakikatten fersah fersah uzaklaşmıştır. Tam da biraz önce ifade ettiğim anlamda dinin evrensel mahiyeti yerine milli sınırlara hapsedilmiş ve bir ırkın, bir totemin lokal bir şekilde inandıkları bir yaşam biçimine indirgenmiştir. Ve siyasi anlamda da İslam dünyası büyük ölçekte harici bir anlayışa teslim olmuş durumda. Dünyadaki gelişmeleri Kur’an ışığında okuyup anlamlandırmak ve zamanın ruhuna uygun yeni tecditler geliştirmek yerine kolay olanı tercih ediyorlar; ‘Düşmanlık ve savaş’
Allah, Rahmet’ül lil alemindir (bütün alemlere rahmettir.) Ve Hz. Muhammed (sav) ise alemlere Rahmet olarak gönderilmiştir.
“(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik (Enbiya:107).
Gerçek/hakikat bu kadar sade, yalın ve basitken neden bu dinin mensupları olarak dini hakikati bu kadar zorlaştırıyor ve dar kalıpların içerisinde hapsediyoruz? Müslüman’ın yegane görevi yaşamak ve yaşatmak (Allah’ın evrensel mesajını insanlığa taşımak) değil mi? İslam’ı, kavganın ve düşmanlığın değil, barışın ve adaletin dini olarak yaşatmak değil mi?
Âlemler bu rahmete muhtaç; Toprağın suya muhtaçlığı kadar…
Bugün insanlık büyük bir krizi yaşıyor. Belki de yüzyılımızın en büyük insani krizi yaşanıyor. Daha özelde Müslümanlar ise İslam’ın hayat veren anlayışından gittikçe uzaklaşmaktalar; İnancı bir çatışmanın, kavganın veya siyasal iktidarlarının inşası, ihatasının konusu edinmişlerdir.
Hâlbuki mutlak hakikatin sahibi Allah, Resulü ve O’na tabi olanları nasıl niteliyor?
“İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık…” (Bakara-143)
Allah, bu cümleden olmak üzere Müslümanları da “vasat bir ümmet” (Dengeli bir ümmet) yapmıştır. “Sırât-ı müstakîm” de, “her türlü eğrilik, aşırılık ve sapıklıktan uzak, dosdoğru, adaletli, ölçülü, ılımlı ve dengeli bir yol, bir inanç ve yaşama biçimi” anlamına gelmektedir. Vasat ümmet de aynı şekilde “ifrat ve tefritlerden korunarak inancında, ahlâkında, her türlü tutum ve davranışlarında doğruluk, dürüstlük ve adalet çizgisinde kalmayı başaran dengeli, sağduyulu, ölçülü, insaflı ve uyumlu nesil, toplum” anlamına gelir.
Haydi gelin bu ayet bağlamında biz Müslümanlar yaşamlarımızı bir daha gözden geçirelim. Bu ayette tasviri yapılan müminlik sıfatını ne kadar taşıyıp taşımadığımızı bir daha gözden geçirelim.
Allah, bu ayet muvacehesinde İslam’ın dışında kalmış insanlara yarın hesap gününde; “Ey insanlık ailesi, ey dünya milletleri! Yaşamış olduğunuz çağın Müslümanları size model olabildi mi? Allah’a teslimiyetini gösterdiler mi size? Sizi iyilikle, güzellikle ve örnek bir temsiliyetle değişmez değerlere çağırdılar mı? Kendi yaşamlarında Allah’ın muradı olan örnek bir hayat sergilediler mi? Sizlere model olabildiler mi? Yeryüzünde Allah’ın emir ve nehiylerini tatbik ettiler mi?” diye sorulduğunda dünya milletleri; “Evet Ya Rabbi..! Biz şahidiz, buna şahidiz” derlerse eğer, işte o toplum şahit toplumdur. Kendi teslimiyetine dünya insanlığını şahit tutan toplum… Eğer -Allah muhafaza- aksi varit olursa vay halimize!..
Sonuç olarak, Eğer bugün ‘İslam’ yeryüzünde evrensel bir mesaj olarak insanlığa ulaşmıyorsa, mâkes bulmuyorsa bunun birincil faili biz Müslümanların yanlış temsiliyetidir. Allah’ın ayetinde ifade buyurulduğu gibi doğru bir şahitlik bırakmayışımızdır. İslam insanlığa hayat veren bir dindir. Barışı ve adaleti temsil eder. Bu evrensel mesajı, düşmanlığın ve savaşın konusu yapmak bu dine yapılacak en büyük kötülüktür.
Böyle bir kötü akıbete düşmekten Allah bizleri muhafaza buyursun!..